erotik shop
Bugun...


Müfit Yüksel: Ne Oluyoruz, Ne Olmalıydık?-2
Daha önceki makalelerimizde de belirttiğimiz üzere, bölgeye yönelik ecnebi müdahalesi ağırlaştı. Kuzey Atlantik’in bir araya gelen iki yakası, Orta Doğu’nun , coğrafyamızın iki yakasının bir araya gelmemesinin ana faktörü olarak karşımızda. Ancak, ecnebi emelleri ile kendi emellerini tevhid ettiren bir kısım elitler, gruplar ve odaklar bunu iyice faciaya dönüştürüyor. Buna karşı olan direnci neredeyse yok ediyorlar.

facebook-paylas
Tarih: 15-01-2018 00:22
  Müfit Yüksel: Ne Oluyoruz, Ne Olmalıydık?-2
+ -


 Yeni Şafak gazetesi Müfit Yüksel'in geçen ay bu yazısını yayınlamamıştı. Bilindiği üzere, geçen hafta ise uzun yıllardır yazılarıyla Türkiye'nin iç ve dış politikası üzerine kapsamlı ve etkili yazılar yazan Müfid Yüksel'le yollarını ayırmıştı. 

Fikir Zemini olarak Müfit Yüksel'in bu önemli yazısını sizlerle paylaşmaktan memnuniyet duyuyoruz. 

 

İşte o yazı:  

Ne Oluyoruz, Ne Olmalıydık?-2

Sultan II. Abdülhamid Hân devrinde Osmanlı devletinin câri siyaseti, tarz-ı idaresi gerek içeride, gerekse memalik-i Osmaniye haricinde belli bir istikamette icra edilirdi. 93 (1293/1877-78) Harbi gibi çok ağır bir mağlubiyet ve bozgundan çıkmış bir imparatorluk/devlet olmasına, Batılılaşma serüvenine rağmen, kendi istikameti ve geleneği üzere seyretmekteydi. Devletin kendi vüs’atine mütenasip bir hatt-ı hareketi söz konusuydu. Siyaseti bugünden yarına değişmemekteydi. Belirsizlik arzetmemekteydi. Anlık kırılmalarla zıt istikametlere yol alınmamaktaydı. Sultan Abdülhamid, Devr-i Hamîdî olarak adlandırılan 30 seneyi aşkın bir süre devleti/imparatorluğu bu suretle idare etti. Taki, 1908’de II. Meşrutiyetin/Kanun-i Esasi’nin ilanına kadar. Ardından Jön-Türk idaresi başa geldi. 1909’da 31 Mart Vak’asının ardından Sultan Abdülhamid’in tahttan indirilmesi akabinde ise bu idare iyice sahaya hakim oldu.

Kısa bir süre içerisinde, çok farklı bir tarz-ı siyaset ve idare devlete/imparatorluğa hakim oldu. İstikamet tamamen kayboldu. Bugünden yarına değişiklik göstermeye başladı.Birbirine tamamen zıt ve çelişkili, tutarsızlığın hakim olduğu hatt-ı hareket ve siyaset sahaya iyice hakim oldu. Devlet/ülke pusulasız/rotası belli olmayan bir gemiye döndü. Dost-düşman birbirine karıştı. Siyasi idamlar, isyanlar ve savaşlar birbirini takip etti. Memlektin vüs’atinin çok üzerinde bir yük hamledildi. Ülkenin 93 Harbinden geriye kalan enerji ve potansiyeli kısa zamanda maceralarla tüketildi. 1912’de balkan savaşlarında Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan arşısında bozguna uğrayıp Çatalca’ya kadar çekilen, Adriyatik’ten Edirne’ye kadar tüm Osmanlı Rumelisi’ni kaybettiren ordu, Birinci Cihan harbinde, Rusya’yı da yanına almış olan İngiltere, Fransa gibi düvel-i muazzama ile savaşa sokuldu. Ülke yangın yerine döndü. Yıl içinde oluşan-değişen, uygulanan bu tarz-ı siyaset, 10 yıl içinde elde kalmış olan Osmanlı ülkesini de darmağın, tuz-buz etti.

Türkiye’nin on yıllardır, bir çok problemleri barındıran, farklı toplum kesimlerini ötekileştiren, baskılar uygulayan resmi ideolojiye dayanmasına, yüzünü tamamen batıya dönmüş olmasına rağmen eski devlet/idare geleneğine dayalı belli bir yapı/mekanizma devam edegeliyordu. Ülkenin genel/temel menfaatlerini alakadar eden bazı temel konularda taşların yerinden oynatılmamasına dikkat edilmekteydi. Sınırlı bir alanda da olsa kendi içinde bir istikameti de görülmekteydi. Türkiye’nin çevre ülkelerle olan siyasetinde, her ne kadar Ortadoğu’ya ilişkin yüzünü Batıy’a dönmüş olmaktan dolayı, ciddi bir yabancılaşma söz konusuysa da, bölgeyi yangın yerine çevirecek bir siyaset ve stratejiden de uzak durulmaktaydı.

2010 sonu, 2011 başında patlak veren Arap Baharı, Türkiyenin bu yöndeki rotasında fırtınalara yol açtı. Türkiye’yi derin yapılanmalarla teslim almaya başlayan Neo-İittihatçı, Kaosçu kadrolar Arap Baharını/Hazanını bir fırsat olarak görüp/gösterip içinden çıkılmaz maceraların kapılarını araladılar. Özelllikle, Suriye’de hızla gelişen olaylar bunu bir hayli hızlandırdı. 1908 sonrası İttihatçı/Jön-Türk tarz-ı siyaset/idaresi tekrar devreye girdi. 2010’da Komşularıyla sıfır sorun stratejisi yerini kaotik müdahale stratejisine terk etti. Buradan itibaren kasırgaya tutulmuş çok dalgalı bir siyaset ve strateji merkeze oturdu. Müttefikler ve düşmanlar yıldan yıla , neredeyse aydan aya yer değiştirdi. Suriye ile ortak bakanlar kurulu toplantısı yapılacak düzeyde olan ikili ilişkiler düşmanlar ilişkisine dönüştürüldü. Herşey rotasından/rayından çıkarıldı. Çatışmacı bir ilişkiler biçimi, siyaset her alana hakim olmaya başladı. İçeride ve dışarıdaki ittifaklar kendi içinde ve dışında halen sık sık yer değiştiriyor.

Daha önceki makalelerimizde de belirttiğimiz üzere, bölgeye yönelik ecnebi müdahalesi ağırlaştı. Kuzey Atlantik’in bir araya gelen iki yakası, Orta Doğu’nun , coğrafyamızın iki yakasının bir araya gelmemesinin ana faktörü olarak karşımızda. Ancak, ecnebi emelleri ile kendi emellerini tevhid ettiren bir kısım elitler, gruplar ve odaklar bunu iyice faciaya dönüştürüyor. Buna karşı olan direnci neredeyse yok ediyorlar.

Son gelişmelerle Kürt meselesinde, benzeri bir süreç işledi. Ecnebilerin emelleri, bir asra, on yıllara dayanan projeleri; ulus-devlet tecrübesinin Kürtler üzerinde yol açtığı travma ve trajediler, içeriden bu projelere su taşıyan taraflar, hepsi bir araya geldiğinde ortaya bugünkü vahim tablo çıkıyor. Geçen yıla kadar, Suriye politikası üzerinden Irak bölgesel Kürt Yönetimi’nin, Erbil’in Bağdat Merkezi yönetimi ile irtibatını kesmesini öngören sözde İslamcı odaklar bugün, referandumla gelinen durumun faturasını tüm bir halka kesmek gibi İslâm’ın ve hiçbir ahlakın asla kabul edemeyeceği bir tutum içerisine girmekteler.

20. Yüzyılda, özellkikle, Soğuk Savaş döneminde İslam’ı adeta batılı bir ideolojik bir zemin üzerinden okuyan ve yorumlayan kimi İslamcı akımlar, yaşanan bir çok soruna çözüm bulamadıkları gibi, temel aldıkları ideolojik selefiliğin etkisiyle tahripkar bir işlev de gördüler. Ümmet-i Muhammed’in içinde yaşadığı sorunlara, metaforlar ve ideolojik ütopyalar çerçevesinden bakan, ideolojik enternasyonalizmi İslam’ın Cihanşümulluğu ile özdeşleştiren çevreler; sorunlara çözüm bulamadıkları gibi, ideolojik ütopyalarından, yaşanan gerçekler dünyasına çıktılarında, itikadi kırılmalara da uğrayarak tersi istikametlere doğru savruldular. Bu savrulma onları, yıllarca karşı çıktıkları katı ulusalcı çizgilere kadar getirdi. İslam’ın alemşümul adaletine olan inanç, yerini Kürtler vs. önemli, iç içe yaşadığı Müslüman kavimleri acımasızca katletmeyi mübah görecek, her türlü pis ırkçılığı ve bunun yanında ayrışmayı/parçalanmayı öngören etnik milliyetçiliği esas alan bir savrulma noktasına gelindi. Tüm taraflar, ırkçılık ve etnik milliyetçilikle, ecnebi emellerine, Siyonizme hizmet eden, İslam’ın Balkanlar, Trakya, Anadolu ve Mezopotamya/Kürdistan’dan tümüyle kovulup Arap yarımadasına hapsedilmesini öngören meş’um strateji/projelere hizmet eden odaklara dönüşmekteler.

Not: Saraybosna’dan Ümmet’e Selamlar.




Bu haber 19389 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Levent
30-05-2020 04:09:00
Muhteşem bir yazı. Üstad zamanında doğru tepkiyi ve eleştirileri ortaya koymuş...
ismet badem
15-01-2018 10:08:00
Müfid hocamız istikametli yazılarıyla hakikati ortaya koymaya çalışıyor lakin doğru söyleyen maalesef dokuz köyden kovuluyor. Allah hocamızdan razı olsun ve verdiği emekleri tesirli kılsın.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
YUKARI