erotik shop
Bugun...
Kürd Sorununda Entegrasyonun İflası


Hasan Şerefoğlu Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 18-09-2015 02:40

Tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu’da da ulus-devlet modelini baz alan uygulamalar; özellikle de Kürdleri içinde barındıran coğrafyaya sahip ülkelerde son yüz yılda büyük sıkıntıların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Batı orijinli ulus-devlet modeline göre kendini dizayn etmeye çalışan Türkiye Cumhuriyeti, gelinen aşamada biriken ve ağırlaşan sorunlar nedeniyle ciddi bir siyasi ve ekonomik kriz içerisindedir. Bu krizin ana eksenini Kürd sorunu teşkil etmektedir.

Son dönemde gerek Hükümet, gerekse de Kürt muhalefetinin birbirlerine yönelik eylem ve söylemlerini oldukça sertleştirdikleri görülmektedir. Osmanlının sahip olduğu geniş toprak parçasını savaşlar sonucunda yitirmesi, o bölgelerde yaşayan farklı etnik kimliğe mensup milyonlarca Osmanlı tebaasının Anadolu’ya yerleşmesine yol açtı. Bu geniş halk kitlesi zaman içerisinde hakim sınıf olan Türklere entegre oldular. Sahip oldukları kültürel kimlikleri, hâkim kimlik karşısında erozyona uğradı. Bu etnik kültürün yok oluşu belki zorlamayla olmadı ama bu kimliklerin yaşatılmasına dönük de bir çabanın içerisine girilmedi. Çünkü cumhuriyetle birlikte ulus devlet projesi hayata geçirilmiştir. Elbette bu entegrasyonun da asimilasyondan bir farkı olmamıştır. En önemlisi de Anadolu’ya yerleşen bu halklar buraları sığınılacak bir liman ve kendilerini misafir gördükleri için hâkim sınıftan talepleri olmamıştır. Fakat Kürtlerin durumu bunlardan farklıydı. Türklerle birlikte bu ülkenin aslî unsurlarıydılar. Türklerle kader birliği edip yurdun savunulması için gerekli özveriyi göstermekten çekinmediler; cepheden cepheye koştular. Osmanlı bakiyesi topraklarda gayrimüslim azınlıklar (Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar,) gibi Müslüman azınlıklar da (Araplar, Arnavutlar, Boşnaklar) bağımsızlıklarını ilan ettiler.

Birinci Dünya savaşından yeni çıkmış, devlet otoritesi sarsılmış, silahları elinden alınmış Osmanlı karşısında Kürd’lerin de bağımsızlık kararı alabilme imkânları olduğu ve bu yönde Batı ülkelerinden olumlu destek mesajları aldıkları halde, diğer Müslüman unsurlarla birlikte işgalcilere karşı cansiperane çarpışmaları takdire şayan bir davranış olmuştur. Mustafa Kemalin yurt savunmasının temellerini ilk olarak Doğu’da atması oldukça mânidardır. Hatta Mustafa Kemalin, Kürd’lerin desteğinin tam olması için kendilerine özerklik vaat ettiği bilinmektedir. Peki, bu özveriye rağmen Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları ne yaptı? Anayasal vatandaşlık tanımı ile tüm halkın Türk olarak tanımlanmasını anayasasına koydu. Çeşitli sorunlara yol açtığını bildikleri halde bu söylemi hâlâ hararetle savunmaktadırlar. Türklük bir coğrafyanın değil, bir etnik gurubun adıdır. Dolayısıyla o etnik guruba üye olmayan, asimilasyonu reddeden, hâkim sınıfa da gönüllü bir entegrasyona rıza göstermeyen toplumlarda bu yasalar büyük rahatsızlığa yol açtı. 

Özellikle Türkiye cumhuriyetinin kuruluş yıllarından başlanarak Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Kürd’lere yönelik inanılmaz baskılar yapıldı. Farklı etnik yapıdan gelen Kürd halkı, hâkim rejim tarafından çoğu kez baskı uygulanarak sistematik bir şekilde; kültürel, sosyal ve etnisite yönünden zaman içerisinde eritilmek istendi. Kürt diline ve çocuklara Kürtçe isimler konulmasına yasaklar getirildi. Bölgedeki Kürdçe olan kent ve köy isimleri değiştirildi. Kürt’lerin dışında bu topraklara dışardan gelen farklı etnik yapıdan toplum ve azınlıkların ise ulus-devlet projesi çerçevesinde zor kullanmaya ihtiyaç duyulmadan zamanla, gönüllülük esasına dayalı olarak kimliklerinin yok olduğu görülmektedir. 

Sanılanın aksine Türkiye’deki Kürd sorununun ekonomik gerekçelerden kaynaklandığını iddia etmek çözüme yönelik bizi sağlıklı bir sonuca götürmez. Elbette bu sorunun ekonomik, kültürel ve siyasal sebepleri vardır. Ancak kanaatimce en önemlisi Kürd’lerin hâkim sınıfa entegre olmamasının ana sebebi, Devletin Kürd kökenli vatandaşlarını, her alanda kendisine benzetme isteğinden kaynaklanmaktadır. Diğer bir yanlış da Kürd sorununu PKK ile aynı perspektifte değerlendirilmesidir. Bu da bizi sağlıklı bir sonuca götürmez. Çünkü Kürd sorunu yüz elli yıllık bir maziye sahiptir.

Kürd realitesine dönük çok önemli adımlar atıldı/atılmalıdır. Aksi takdirde Kürd ve Türk halkları arasındaki güven bunalımı tamiri imkânsız hale gelir. Gerçi halklar arasında düşmanlık boyutuna varacak bir ayrışma yok. Her iki taraf da hâlâ birbirlerini kucaklama fırsatına sahipler. Bunun için; rejimin tabu haline getirdiği statükodan vazgeçerek Kürd realitesinin göz ardı edilmemesi gerekir.

Kürd Sorununun çözümünün sanılanın aksine o kadar zor olmadığı da bir realite. Yeter ki inkârcı, dışlayıcı modelden vazgeçip cesur bir adımla meseleye yaklaşılabilsin ve doğru modeller devreye sokulabilsin. Bu çağda nüfusu milyonları bulan bir halkın varlığını tartışmalı hale getirmenin, hâlâ anadilde eğitimini yasaklamanın/engellemenin insanî ve İslamî değerlerle örtüşmediği görülmektedir.

Faklılıkları zenginlikten öte bir tehlike gibi gören dışlayıcı, sığ politikalardan vazgeçilmelidir. Kürtlerin ve diğer etnik grupların varlığı farklılıklarıyla hukuken tanınmalıdır.

Birlikte yaşama kültürünü tesis etmek ve bunun için geçmiş acıları dindirecek çalışmalar yapmak gerekir.   Öyleyse anayasal olarak Kürd kimliği bir an önce tanınmalıdır. Kürdçe eğitimin önündeki engeller kalkmalıdır. Gerekli yasal düzenlemeler bir an önce hayata geçirilmelidir. Kürd kimliğinin geliştirilmesi ve gerekli alt yapının oluşturulması için devlet her türlü maddi ve manevi olanağı ilgili kişi ve kuruluşlara sunmalıdır.

 



Bu yazı 2053 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Ferat xarzani
19-09-2015 09:19:00
önemli bir analiz. rnkutluyorum

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI