erotik shop
Bugun...
Dünya 5’ten Büyüktür: BM Düzenine Karşı Küresel İntifada


Nihat Karademir Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 22-09-2016 14:23

II. Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından kalıcı bir küresel barış ve daha bir güvenli dünya inşa etmek iddiası ile kurulan Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü, bir küresel meşruiyet sorunuyka beraber doğmuştur. Meşruiyet sorunun temel sebebi, BM düzeninin ana karargâhı konumunda olan Güvenlik Konseyi’nin yapısını belirleyen ve küresel barışın ve refahın tesisine yönelik ortak bir vizyonun ve eylem planının oluşmasını engelleyen bir “Doğum kusuru”nun sistemin paydaşları tarafından ısrarla muhafaza edilmesidir. 

Söz konusu kusur, dünyanın kaderi üzerinde en üst düzeyde etkili olan bir kurumun ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dan müteşekkil beşli bir grubun tekelinde olması ve adı geçen ülkelerden sadece birinin bile herhangi bir kararı veto etmesinin tüm sistemi tıkamaya yeterli olmasıdır. Aralarında bazı çelişkiler ve çıkar anlaşmazlıkları bulunan bu ülkeler II.Dünya Savaşı’nın galipleridir ve BM düzeni galiplerin arzularının ve planlarının bir aracı olarak tasarlandığı için bu doğum kusuru adeta bir hak olarak bütün üye ülkelere dayatılmıştır. 

193 üye ülkeye doğrudan etki edebilen BM’nin, beş imtiyazlı ülkenin küresel vizyonuna ve ulusal çıkarlarına hizmet eden bir yapı olarak işlemesi, uluslararası toplumun BM düzenine yönelik bir elitizm eleştirisi geliştirmesine yol açmıştır. Bu eleştiri BM’nin tarihi ve global reel-politik üzerinden üretilen gerçekçi ve haklı bir eleştiridir. Çünkü sistemin avantajlarından yararlanamayan toplumlar, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde yaşananlarla ve iletişim olanaklarının da artan etkisiyle BM düzeninin işleyişini daha net algılamaya başlamışlardır. Bugün dünya halklarının önemli bir kısmı, bu düzenin dünya barışını ve istikrarını değil, elit ulusların stratejik çıkarlarını ve veto hakkına sahip imtiyazlı ülkelerin hepsini tatmin edecek bir uzlaşma arayışını temsil etmekte olduğunun farkındadır. 

İmtiyazlı ortakları arasında Afrika’yı, Latin Amerika’yı, Arap dünyasını ve İslam ülkelerini temsil eden tek bir ülke olmadığı için adeta dünyanın çoğunluğunu yok sayan ve bütün gücün Güvenlik Konseyi’ne verildiği bu düzen, kurucularının ve imtiyazlı ulusların demokrasi, insan hakları ve küresel refah retoriğine rağmen, özünde oligarşik ve güvenlik eksenli bir düzendir. Dünyanın en büyük ordularına sahip, en çok askeri harcama ve en çok silah ihracatı yapan beş ülke bu düzenin işleyişinin her aşamasında tek karar verici durumundadırlar. Global savunma harcamalarının %60’nın bu beş ülke tarafından ve %40’nın tek başına ABD hükümetince gerçekleştirildiği gerçeği, BM düzeninin artık herkes için değil sadece imtiyazlılar için demokrasi, özgürlük, güvenlik ve refah; dünyanın geri kalanı için ise sadece savaş üreten bir makine olduğunu göstermektedir.  

Dünya tarihinde daha önce görülmemiş düzeyde karmaşık ve gelişkin bir hukuka ve birçok etkili kuruma sahip olan BM, silah ve para ile yönetilen bir yapı olup, bu yapıyı finanse edenlerin lehine işlemektedir. BM düzenini kontrol edenler aynı zamanda küresel medyayı, finans kurumlarını, akademiyi ve hatta zihinsel inşa süreçlerini kontrol etmektedir. Dahası küresel şeytanları belirleme hakkı da bu elitlerin ayrıcalığıdır. Küresel oligarşinin kararlarına endeksli olan BM düzeni, Bangladeş, Filistin, Bosna, Ruanda ve Darfur gibi bölgelerde yaşanan soykırımları sadece izlerken, geri kalmış ülkelerin nüfus artışını kontrol etmek için yapılan kumpasların ortağı olmaktan ise çekinmemiştir.

Soğuk Savaş’ın sonu ile birlikte nükleer tehdide dayalı bir dehşet dengesi üzerinden işlemekte olan iki kutuplu bir sistemden ABD’nin hegemonyasına dayalı tek kutuplu bir sisteme evrilen yeni dünyada, BM de imtiyazlı ülkeler arasından özellikle ABD’nin gittikçe daha belirleyici olduğu bir kuruma dönüşmüş ve bu ülkenin Dünya Hâkimiyeti idealinin bir enstrümanı haline gelmiştir. Dahası kendi hegemonyasına hizmet eden mevcut yapıyı bile kendi imparatorluğu için bir engel olarak gören ABD, “her şey BM’den ibaret değildir ve ABD önderliğinde bir uluslararası toplum vardır” söylemiyle diğer imtiyazlı ortakların onayını beklemeden tek başına veya önderlik yaptığı muhtelif koalisyonlarla küresel operasyonlar yapabilmektedir. 

Ancak Türkiye, Brezilya, Arjantin, Hindistan, Endonezya ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin yükselişi ile birlikte, BM dünyadaki yeni güç dengesini temsil edemeyen ve yeni dünyanın sorunlarını eski metotlarla ve eski enstrümanlarla çözmeye çalışan köhne bir kurum durumuna düşmüştür. Zaten bu sisteme yönelik en sert itirazlar da yeni yükselmekte olan bu bölgesel güçlerden gelmektedir. BM statükosunda ısrar eden ayrıcalıklı ortaklar, ama özellikle ABD, bir yandan bu ülkelere karar süreçlerinde söz hakkı vermeyi reddederken, diğer yandan, özellikle terör gibi küresel sorunların çözümü konusunda sorumluluk yüklemeye çalışmaktadırlar. ABD’nin çıkarları sanki uluslararası tolumun çıkarlarıymış gibi sunulmakta ve bölgesel güçler doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen durumlarda başkalarının yükünü yüklenmeye zorlanmaktadırlar. Terörizm ile mücadele adı altında Türkiye’ye dayatılmak istenen son askeri yükümlülüklerden de gördüğümüz gibi kurulmak istenen düzen “zenginler masada, fakirler cephede” düzenidir.  

Erdoğan’ın son BM toplantısındaki konuşması, Türkiye’nin DAEŞ ve PYD üzerinden kuşatılmaya çalışıldığı bir dönemde, bu düzene yapılmış en önemli itirazlardan biridir. Çünkü bu sisteme yönelik itirazlar, çoğunlukla sistemin dışına itilmiş ülkelerden geldiği için şimdiye kadar etkili olamamıştı. Ancak Erdoğan sistemin içinden biri olarak terör üreten bu düzenin revize edilmesi gerektiğini haykırdı. Zalimlerin ve diktatörlerin değil, düzenin kurallarını ihlal edenlerin (yaramazların) düşmanı olan, demokrasiyi teşvik etmek yerine yanlış tarafa(!) oy verenleri cezalandıran, insan hakları ihlallerine ancak elitin çıkarlarını tehdit ediyorsa insani müdahalede bulunan ve bu haliyle ABD’nin saldırgan dış politikasını besleyen BM düzeni terörü üreten temel mekanizmadır. Çünkü bu düzenin henüz evrensel bir terör tanımı bile içermeyen “terörle mücadele konsepti” bir taraftan yeni örgütlerin türemesini teşvik etmekte, bir taraftan da kurulu düzenin desteklediği zorba rejimlerin baskılarına direnen etnik ve dini toplulukları terörist ilan ederek bunların en haklı taleplerini bile bastırmaktadır.  



Bu yazı 1812 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI