erotik shop
Bugun...
Mesut Barzani, Türkiye, PYD, Rojava Sorunu ve Azadi üzerine notlar


Veysel YENİGÜL Fikir Zemini
twitter.com/Veyselmir
 
 
facebook-paylas
Tarih: 27-10-2015 15:54

Orhan Miroğlu, geçen hafta Star gazetesindeki köşesinde iki önemli yazdı. Bu yazıların ilkinde ''Mesut Barzani’nin, Suriye’deki Kürtler ve Rojava politikasında sistematik hatalar'' yaptığını iddia ediyordu. İkinci yazısında ise işi biraz daha orta yere çekerek, Türkiye ve Öcalan’ın da bu yönde ‘yanlış okuma’ yaptığını ima ederek gelinen noktada ana hatlarıyla Kürt sorunu üzerinden şekillenmesi muhtemel iki damar üzerinden bir mücadelenin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyordu.

Öncelikle, Miroğlu’nun ''muhafazakar-demokrat damar'' ile ''seküler-laik sol damar'' arasında geçecek olan siyasi mücadele sahasında Türkiye’nin yeni bir Kürt siyaset stratejisi geliştirmesi gerektiği düşüncesine katılıyorum.

Rusya ve ABD’nin Suriye’deki anlaşmalı pozisyonları, mevcut durumda PYD-PKK politikasını güçlendirmeye devam ediyor. Bu durumun, 1 Kasım seçimlerinden önce Türkiye’de hem bölgesel planda hem de içeride Kürt politikasında ne gibi değişiklikler yaratacağını doğrusu kestirmek pek kolay değil. Gerçek o ki içeride yürütülen çözüm süreci şimdilik donmuş vaziyette.

2013’te başlayan ve PKK’nın silahsızlanmasını esas alan çözüm süreci, Suriye ve Irak’ta Daiş’in Kürtlere yönelik saldırılarıyla bambaşka bir mecraya kaydı. 2014 Haziran ayında Musul’u teslim alan DAİŞ, buradan Şengal ve Erbil’e saldırarak Türkiye ile ittifak halindeki Mesut Barzani’yi bazı Küresel güçler adına cezalandırmak istedi. Aynı örgüt, Erdoğan’ı da sıkıştırmak için Rojava’ya saldırılarını yoğunlaştırarak, Türkiye’nin süreçle ilgili stratejisindeki boşlukları göz önüne çıkardı. Daiş’in Kobani’ye saldırılarında Türkiye’nin, Kürtlere karşı insani tutumu dikkate değerdi ama nedense Suriye’de ‘’Kürtlerin kazanımlarına karşı olduğu algısı’’ yoğun bir biçimde Küresel ve ulusal medyada yer bulmuştu. Mesut Barzani ise Kürt kamuoyu nezdinde baskı altındaydı ve Kobani’ye ağır silahlarla Peşmerge’nin geçişine Türkiye ile ortak bir planlama sonucu karar kılındı. O süreci (ki 6-7 ekim olayları ile 50’nin üzerinde insan ölmüş ve çözüm süreci bıçak sırtında duruyordu) göz önüne aldığımız vakit, planlanan şeyin doğru olduğunu görebiliriz. Ne var ki Ak Parti, 2015 seçimlerinde gerek planladığı stratejiyle ve gerekse medyasıyla seçim sathına girerken bunu doğru bir form ve dille işleyemedi, belki de işleme gereği duymadı. Sonuçta, 7 Haziran sonuçları gösterdi ki  Kobani’nin düşmesini önleyen Erdoğan ve Barzani iken, ondan yararlanan ise HDPKK cephesi oluyordu.

Öte yandan Miroğlu, Suriye iç savaşı başladığında, İran’ın hamlesiyle Celal Talabani'nin arabuluculuğunda Esat rejiminin PYD ile Kürt bölgesini kontrol etmesi karşılığında anlaştığını, Mesut Barzani’nin ise buna seyirci kaldığını iddia ediyor.

Buna katılmak mümkün değil... Miroğlu da iyi biliyor ki Ortadoğu’da arkanızda herhangi bir güç olmadan başka bir bölgede silahlı alan hâkimiyetine girişmeniz riskli olup telafisi zor sonuçlar doğurabilmektedir. Kanaatimce, Mesut Barzani, Türkiye’nin olası bir ‘’B’’ planını da hesaba katarak Suriye iç savaşı başladığında alternatif bir yapılanma için 5 bin civarında Suriyeli Kürt gencini kendi imkanlarıyla silahlandırdı ve eğitti. Bunu deklare ettiğinde,  Türkiye’deki PYD yanlısı medya konuyu farklı bir dille gündeme taşımıştı. Maalesef o süreçte de Ak Parti’ye yakın kalemler konuya eğilemedi ve sahiplenmedi. Hatta o dönem Başbakan olan Sayın Erdoğan, bir televizyon programında şunları demişti: ‘’ Sn. Mesut Barzani’yi aradım, bu konudaki hassasiyetlerimizi belirtim. Suriye’de toprak bütünlüğünü savunuyoruz.’’ İnsan bugün hayıflanıyor elbette ki. Suriye diye bir ülke mi kaldı ortada...  

Barzani, Türkiye ile koordinasyon halinde mültecilere kapılarını açtı ve kendisinden beklenen tarihi misyonunun gereği Kürtler arası savaşa mecbur kalmadıkça girmek istemedi. PKK’nın silahlarını bırakması gerektiğini ve Türkiye’ye ile anlaşıp sorunun demokratik yollarla çözümünün önünü açmasını hep destekledi. Kısacası, Türkiye’nin rızasına aykırı tek bir adım atmadı. Türkiye isteseydi, Mesut Barzani daha işin başında Rojava’nın PYD’ye kalmasına göz yummayacaktı. Suriye’deki Kürt partiler arasında Aralık 2013’de Erbil buluşmasını o organize etti.  Bununla hem Kürtler arası birliği sağlamak hem de barışçıl bir politika ile onları rejimden uzak tutmayı hedefliyordu. Ne var ki PYD, başı sıkıştığında Barzani’ye kaçıyordu, dengeler değişince ihanet ediyordu. Tıpkı, Türkiye ile olan müzakere sürecinde ağabeyi PKK’nin yaptığı gibi... Doğrusu, PKK her zaman bütün bu iyi niyetli çözüm çabalarını elinin tersiyle kenara itmeyi tercih eden ve bugün paravan bir örgüt olduğu artık aşikar...

Hasılı kelam... PKK, içeride Öcalan’ı kullanarak ve çözüm sürecini istismar ederek Türkiye Kürtleri üzerindeki kontrolünü ve tahakkümünü genişletmeye çalışırken, dışarıda ise global efendilerinden kendisine tevdi edilen rol gereği bütün Kürtleri kendi politikalarına mahkum etme stratejini izledi. Bunda gelinen noktada başarılı gözüküyor. İşin Kürtler nezdindeki trajik kısmı ise PKK’nin bugün Kürtler adına herhangi bir kazanımını geçelim; Türkiye’de bile süreci (bütün demokratikleşme adımları ve kazanımlarını sil baştan edecek bir duruma) geri çevirmek için çaba harcadığı aşikar... Öyle ki 7 Haziran’dan sonra içi boş ‘devrimci halk savaşı’ şiddet siyaseti ile Türk solu ve Kemalistlere iktidar olma şansı için süreci bozarken, Ortadoğu’da ise Rusya, İran ve Esat saffındaki konumunu netleştirmiş oluyordu.

Peki, bütün bunlar öngörülemez miydi?

PKK’yı iyi tanıyanlar için gelinen aşama gayet normal. Öcalan’a aşırı güvenerek bütün Kürtlerin HDP’ye kaymasına ne yazık ki seyirci kalan Ak Parti’nin son yıllardaki tutumunu da elbette tartışmak zorundayız. Buna, kimler hangi gerekçeyle neden oldu, hangi politik akıl çözüm sürecinde muhatap olarak sadece PKK’yı dayattı? v.s sorular... 

Bu sorular üzerinde inceden inceye düşünmek gerekiyor.  Düşünmek gerekiyor, çünkü gelinen noktada HDP üzerinden Kürtlerin Türkiye’ye entegrasyonu fikri tutmadığı gibi, içeride de Muhafazakar- İslamcı damarın iktidarını kaybetme riskine doğru gidiyor süreç. Şayet 1 Kasım seçimlerinde tek başına iktidar olabilecek çoğunluğu bulamazsa Ak Parti, Türkiye’nin bambaşka bir siyasi atmosfere girme ihtimali de var. İşte bütün bunların altında, PKK politikalarına yön veren faktörleri doğru okuyamama gerçeği yatıyor. Kürtlükten kaynaklanan mağduriyet psikolojisini her zaman çok iyi kullanma becerisine sahip dış desteği olan bir siyasi harekete, son zamanlarda içerideki Erdoğan karşıtlığı temelinde bir araya gelenleri de eklediğimizde önümüzde serili duran tablo bu.

1 Kasım seçim sonuçları ne olursa olsun, PKK’ya rağmen Ak Parti’nin bu saatten sonra Kürtlerle devam iradesini ortaya koymamak gibi bir lüksü olamaz. Bu, sadece Türkiye’nin yakın vadedeki siyasi kaderinden öte Türkiye’nin Anadolu ve Mezopotamya başta olmak üzere, yakın ve uzak havzalardaki politik varlığının önemi için de bir zarurettir.

1 Kasım seçimleri bu nedenle hem Türkiye hem de Kürtlerin geleceği için yüzyılın belki de en önemli seçimlerinin başında geliyor. 

Peki ya HDP’nin peşine Kürt muhafazakar ve İslamcı gençlerini takma işlevini üstlenen Azadi Hareketi?

Şeyh Said'in, Cibranlı Halit Beyin, Ahmed-i Xani'nin, Said Nursi ve Seyyid Abdulkadir'in takipçisi olduğunu iddia eden ama bugün o siyasi misyonun tam karşıtı ve tarihsel hasmı konumunu sürdüren Kemalist sol angajmana, HDP vasatıyla artık içi boşalan ve ironiye dönüşen ‘’Kürtler arası siyasi ittifak’’ söylemiyle Kürtleri yönlendiren hareketlerden biri de Azadi olmuştur. Bunların içinde bulundukları siyasi basiretsizlik ve tutarsızlık girdaplarına değinmek de farz oldu.

Azadi’nin kuruluş zemini ve gerekçesi için, 12 Haziran 2011 seçimlerinden hemen sonra Diyarbakır’da 50-60 civarında muhafazakar-dindar Kürt aydını ve siyasetçilerinin katıldığı bir toplantı gerçekleştirildi. O toplantı istişare ve fikir alış verişi maksatlıydı. Azadi’nin önde gelen simaları yanında o dönem BDP’den yeni milletvekili olmuş Altan Tan’ın katıldığı bir programdı. Orada o gün Merhum Melik Fırat'ın oğlu M.Fevzi Fırat'la birlikte gitmiştik. Ak Parti saflarında siyaset yapmayı tercih eden önemli bazı isimler ve şu anda Diyarbakır Akparti il başkanı olan Muhammet Akar da vardı.

Toplantıda, Dindar-İslamcı Kürtlerin herhangi bir tarafa yaslanmadan kendi dar imkanlarıyla örgütlenmesini ve sabırla beklemesini savundum. PKK’nin mevcut koşullarda Kürtleri temsil edecek yeterli bir entelektüel kapasitesiye sahip olmadığı için politika üretmede sorun yaşayacağını ve bir yerde tıkanacağını savundum. Orada o gün ağırlıklı kesim, Kürtlerin kendi yoluna bakması gerektiğini, Türk Muhafazakar Siyasetin bu saatten sonra Kürtlere tıpkı Kemalistler gibi bir şey sunamayacağını savunuyordu. Ne hazin bir şey ki o gün orada bunu söyleyenler, son ana kadar HDP ile yapılan 1 milletvekili kontenjanı pazarlığının 3’e çıkarılması için mücadele etti. HDP ile siyasi ittifak’ın hangi ölçülerde gerçekleştiğini bilen yok. Fakat programında Müslüman Kürt halkının örf ve geleneklerine aykırı bir sürü şeyi demokratik hak olarak bulunduran ve İnancın kesinlikle cevaz vermediği bir durumu (LGPT olgusu) meşrulaştırmayı amaç edinen Politik bir hareketle bir olup cumhuriyet tarihi boyunca Kürtlere en iyi hizmet eden Erdoğan'ın karşısında; ona karşıt koalisyonda yerlerini aldılar.  

Nitekim, sonraki süreçlerde görüldü ki HDP ‘Demokratik İslam kongresi, Sivil Cuma Namazları, Medine sözleşmesi v.s İslamcıların geçmişte işlediği ne kadar kavram ve konsept varsa hepsini bir şekilde kullanmayı başardı. PKK, bugün bölgesel planda bu kadar belirleyici bir pozisyona erişmişse, bunda kuşkusuz onun kendisine muhalif bütün Kürt çevrelerini bir şekilde bünyesine alma ve enerjilerinden yararlanma becerisinin etkisi de vardır. Daha sonradan HDPKK politikası ve amacı netlik kazanınca ve işler bekledikleri şekilde gitmeyince, 20 Eylülden sonra içerideki kırılgan ve öngörüsüzlük üzerine bina edilen ittifak söylemi çatırdamaya başladı. HDP bu süreçte istediğini almayı başarmıştı ne de olsa. Azadiciler ise 'kim genel sekreter, kim başkan, kim vekil olsun' kavgasına tutuşup erimeye başladı. 

Nitekim bugün bir kısmı kalkıp HDP'yi ''Kürtlerin dindarlığını yok ediyorlar. Onları tetikçi olarak kullanıyorlar '' eleştirmeye başladı. 

Oysa ki 7 Haziran öncesi HDP ne ise bugünkü HDP de odur; Tarzı, pozisyonu ve dili hiç değişmedi. Tek değişen şey PKK'nın alan hakimiyetini perçinlemek için şiddete başvurması. HDP'nin 7 haziran öncesi programı için gayet demokratik, İslami ve insani diyenler bugün kalkmış ''bizim ittifak yaptığımız şartlar farklıydı'' demeye getiriyor. İşin aslını sorarsanız: Ortada ittifak falan yoktu. Bir iki milletvekili kontenjanı için iltihak olma hali vardı. İnsan diyemeden edemiyor;  Mahalleyi boşaltıp kuyruğuna taktınız HDP'nin. Şimdi de geri kalana oynuyorsunuz. Götürülebilecek bir şeyler var herhalde daha…



Bu yazı 5118 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI