erotik shop
Bugun...
Bir Alçaklığın Yıldönümü : 28 Şubat


Yusuf Yavuzyılmaz Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 04-03-2018 16:41

28 Şubat postmodern darbesi, Türkiye’de darbe geleneğini kurumlaştıran 27 Mayıs darbesinin, asker-bürokrasi ve politikacı işbirliği ile sahneye konan, bürokratik seçkinlerin sivil siyasetçileri iktidardan uzaklaştırmayı amaçlayan, devleti halkın değerlerinin önüne çıkaran çağdışı müdahaleci siyasal anlayışın  son temsiliydi.

27 Mayıs 1960 Türkiye’de darbe geleneğini başlatan ve kurumlaştıran tarihin başlangıcıdır. Batı dışı ülkelerde başlatılan modernleşme serüveni, halkın değerlerine,inançlarına ve kültürüne dayanmadığından, dar bir elit kadro tarafından yürütülmesi kaçınılmazdı. Bu elit kadronun en önemli ayaklarını asker-bürokrasi ve aydınlar oluşturuyordu. Amaçlanan modernleşme politikalarından sapan veya saptığı düşünülen siyasal iktidarlara karşı askeri seçeneği sürekli olarak gündemde tutan ve siyasetçileri baskı altına alan bir anlayışı yerleştirmekti. 

27 Mayıs ürünü olan siyasal örgütlenme, seçmenin oyuyla gelen iktidarların denetimini büyük ölçüde bürokratların eline vermişti. 10 yıllık Demokrat Parti deneyimi cumhuriyetin seçkin yönetici sınıfını bir hayli endişelendirmişti. Ellerinde olan ayrıcalıkları kaybetme korkusu onları yeni önlemler almaya itti. Bu yüzden siyasal seçkinlerin ideolojisini paylaşmayan bir iktidarı denetleyecek mekanizmalar büyük önem taşımaktaydı. Darbenin arkasından oluşturulan Milli Güvenlik Kurumu, Anayasa Mahkemesi ve güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı ki, büyük ölçüde emekli askerlerin son görevi olduğu düşünülüyordu, sivil iktidarları denetleyen ve elini kolunu bağlayan mekanizmalar haline gelmiştir.

28 Şubat, toplumu merkezi, elitist bir anlayışın biçimlendirmesine dayanan, toplumun algısını yönlendirmek için siyaset mühendisliği yapan; uygulanacak politikalar için sivil destekçiler arayan ve bulan kapsamlı bir müdahaledir. Nitekim Türkiye siyasetinde uzun süre halk oyuyla iktidara gelemeyen parti ve bazı sivil toplum örgütleri darbe sürecinde etkin rol oynamışlardır.

Toplumu doğal olarak geri ve terbiye edilecek bir topluluk olarak gören seçkinci anlayışı temel alan bu yaklaşım gerektiğinde ona müdahale etmeyi de kendilerinin hakkı olarak kabul edecektir. Sembolik olarak “başörtüsü” ve “irtica” üzerinden yürütülen bu toplum mühendisliğinin asıl amacı devletin bürokratik gücünü kullanarak militer bir toplum yaratma hayaliydi.

Siyasal akıl tutulması o kadar potalojik bir hal almıştı ki, toplum mühendisliğinin öncülüğünü yapan militer akıl, Cumhurbaşkanının başörtülü eşini karşılamamak, törenlere başörtülü sokmamak, Milli Güvenlik derslerini başörtüsü avına çevirmek vb önlemlerle ideal bir toplum oluşturacaklarını zannediyorlardı. Ancak tarih sosyoloji anlayışından yoksun bu siyasal aklın beklentilerini kısa sürede hüsrana dönüştürdü.

 Her defasında dinle değil “dincilerle” uğraştıklarını ifade eden politik-askeri seçkinlerin aksine halk, ne ile mücadele etmek istediklerini, zihinlerinin gerisinde yer alan planları, binlerce yılın ferasetiyle anlamakta zorluk çekmiyordu. Militarist askerlerin politik seçkinler eliyle uygulamaya koydukları senaryonun halk irfanına çarpmasıydı 28 Şubat.

28 Şubat, Türkiye’nin ekonomik ve toplumsal enerjisini tüketen, halk –devlet ilişkilerini zedeleyen, Türk siyasal tarihinin son yeniçeri ayaklanmasıdır. Rejim açısından 28 Şubat’ın en vahim tarafı üretilen Kemalist-ulusalcılığın muhafazakar-dindar kitleyi dışarıda bırakacak şekilde yeniden tanımlanmasıdır. Kemalizm’in zayıfladığından yola çıkan askeri-poılitik seçkinlerin bu anlayışı, Tam tersine, Kemalizm’in toplumsal dayanaklarını iyice sınırlandırmıştır.

Hiç şüphesiz homojen bir tarih yaratma çabaları tarih boyunca olmuştur. Şurası açık ki, bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat projesi, ultra-etnik bir toplum yaratma projeleri arasında en kısa süreli olanlardan biridir. Herakleitos’tan Hegel’e kadar savunulan “diyalektik düşünce” 28 Şubat sürecinde sadece karşıtını doğurmakla kalmamış, aynı zamanda askeri ve politik seçkinlerin iktidardan uzak tutmaya çalıştığı toplum kesimlerinin temsilcilerinin devletin her kademesinde etkin olmasıyla sonuçlanmıştır.

28 Şubattan geriye irtica gerekçesiyle hayatları karartılan insanların trajik hikayeleri kaldı. Üniversite kapılarında başörtülerinden dolayı içeri alınmayıp gururları kırılan insanların hesabı tam olarak kesilmiş değil.

Okullarından başörtülü oldukları gerekçesiyle atılan genç kızların bir kısmı asıl darbeyi kendilerini destekleyen bir takım insanların yardımını istediklerinde, ikinci eş teklifi ile karşılaştıklarında yaşadılar. 28 Şubat sadece bu zihniyeti uygulamaya konan askeri-politik seçkinlerin alçaklığını göstermedi, aynı zamanda sürecin devamında bir samimiyet sınavına da yol açtı.

28 Şubatı planlayanların bir bölümü ve onlarla aynı zihinsel parametrelerde buluşanların bir kısmı Silivri’de yargılandı. Onları destekleyenler bizzat 28 şubat karşısında sessiz kalanlardır. Savundukları kimseler otoriter bir toplum yaratmak için meşru iktidarı yasadışı yollarla iktidardan uzaklaştırmaya çalışan bir siyasal anlayışın temsilcileridirler. Elbette yaptıkları bir terör örgütünün yaptıklarından daha vahimdir; çünkü onlar hükümetin kararlarını uygulamak zorunda olan bürokratlardır. Hiçbir bürokratik kurum veya kişi seçilmiş iktidar aleyhinde onu devirmek amacıyla faaliyette bulunamaz. Bu hukuk devleti açısından bir terör örgütünün yaptığından çok daha vahim ve kabul edilemez bire durumdur. Ergenegon davası sırasında FETÖ terör örgütüne mensup militanların davayı şirazesinden çıkarmak için yaptıkları hukuksuzluklar, bu subayların darbeci geleneğin izlerini taşıdıkları gerçeğini gizlemeye yetmez.

Şurası açık ki, geçmiş dönemlerde yapılan darbe ve muhtıraların hesabının sorulmaması, asker üzerinde yargılanamayacaklarına dair bir güven oluşturmuştur. Sivil siyasetçiler askeri yargılayacakları yerde onlara sırtlarını dayanarak siyaset yapmayı tercih etmişlerdir. 12 Mart günü Süleyman Demirel’e verilen muhtıraya istifa ederek cevap vermişti, oysa 27 Nisan bildirisine Ak Parti çok sert bir karşılık vererek ülkeyi seçime götürmüş ve halkın büyük desteğini kazanmıştır. Bu yüzden Demirel asla bir demokrasi kahramanı değil, askerin gölgesinden bile korkan, hatta rahmetli Özal’ın deyimiyle her şeyden,hatta kendinden bile korkan bir siyasal figürdür.

28 Şubatın aktörleri, rejimi korumak isterken rejime olan desteği iyice azalttıklarının farkında olamayacak kadar siyasal ferasetten yoksun insanlardı. Onların içinde yaşadıkları toplumla, kültür ve inançlarıyla en küçük bir bağlantıları yoktu.

28 şubat sadece mağdur kesimler yaratmakla kalmadı, aynı zamanda devlet ve millet arasında var olan duygusal birlikteliğe en büyük epistemolojik darbeyi indirdi. Siyasal merkezi güçlendirmek amacıyla yaptıkları ve uyguladıkları politikalar ve bunun sonucunda ortaya çıkan darbe süreci merkezi iyice zayıflatmış ve çevreden gelen güçlere yeni alanlar açmıştır.

28 Şubatı yapanların politik ufukları kadar içinde yaşadıkları toplumun temel dinamiklerini anlamak imkanları da son derece sınırlı idi. Son söz: 28 Şubatçıların uygulamaya koyduğu ulusalcılığın, çok kültürlü bir toplumda insanları bir arada barış içinde yaşatacak bir proje oluşturamayacağı açıktır. Faşizmin günümüzdeki politik açılımıdır ulusalcılık. Bu anlamıyla, tanımlanan ulusal değerler içerisinde İslami değerlere hiç yer vermeyen secüler bir milliyetçiliktir ulusalcılık. Bu haliyle ulusalcılık toplumun tarihine, kültürüne ve inançlarına yabancı bir siyasal ideolojidir.

15 Temmuz’da FETÖ destekli darbe girişimi önemli kırılmalara yol açtı. İlk defa sivil halk bir darbe girişimine direndi. 15 Temmuz’daki halk direnişi, darbe geleneğine en büyük darbeyi indiren, Türkiye’nin sivil direniş geleneğini ortaya çıkaran, çok değerli bir cevap olmuştur.

                                                       



Bu yazı 1081 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI