erotik shop
Bugun...
Davutoğlu, Erdoğan ve Ak Parti


Yusuf Yavuzyılmaz Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 08-05-2016 23:28

Davutoğlu ile Erdoğan arasında yaşananlar sadece iki lider arasındaki  siyasi anlaşmazlıklar ile ilgili değildir kuşkusuz. Anlaşmazlığın diğer tarafında da sistem sorunu vardır. Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı ve iktidar partisi doğası gereği bazı anlaşmazlıklar yaşayacaktır. Ancak bu anlaşmazlığın nasıl ve ne şekilde çözüleceği konusunda hukuksal bir alt yapı yoktur. Bu durum kuşkusuz bir sistem sorununa işaret etmektedir.

Türkiye şu anda parlamenter sistem adı altında başkanlıkla yönetilmektedir. Eğer bu sistem sorunu yakın zamanda sonuçlandırılmazsa, daha büyük sorunlara gebedir. Bu sorun Cumhurbaşkanı ve başbakanın ayrı siyasal anlayışlara sahip olduğu zamanlarda daha belirginleşecektir.

Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki anlaşmazlık, aynı siyasal gelenek ve anlam dünyasından geldikleri için bir krize yol açmadan atlatılmıştır. Yaşananların yansıması yine Erdoğan karşısında alınan pozisyon üzerinden oldu. Yaşananlar ortaya çıkmadan önce  Ahmet Davutoğlu’nu savunanlara  karşı çıkanlar, olayların ardından  Ahmet Davutoğlu güzellemeleri yapmaya başladılar.  Ben Ahmet Davutoğlu'nu baştan beri entelektüel olarak sevdiğim, hatta Türkiye'nin en entelektüel başbakanı olarak savunduğumda bana karşı çıkanlar, şimdi Ahmet Davutoğlu'nun entelektüel ve ahlaklı olduğundan bahsediyor. Ama aynı Ahmet Davutoğlu'nun Erdoğan hakkında söylediklerini görmezden geliyorlar. Başbakanlıktan alınmasına karşın Erdoğan'a bir tek olumsuz söz söylemiyor. Onun ailesinin onurunu kendi onuru gibi gördüğünü söylüyor. Muhaliflerin Ahmet Davutoğlu yorumlarında bir tutarlılık sorunu var. Bu sorunu besleyen ana ilke de Erdoğan karşısındaki konum. Yani Ahmet Davutoğlu karşısındaki olumlu bakış, Davutoğlu sevgisinden değil, Erdoğan nefretinden kaynaklanıyor.

Ak Partide Erdoğan yoluyla yapılacak nöbet değişimi nasıl bir etki yapacak?

Bu sorunu doğru analiz edebilmek için Erdoğan’ın Ak Parti içindeki ve seçmendeki karşılığını analiz ederek değerlendirme yapmak gerekmektedir. Sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için Ak Partinin dinamiklerini bilmek gerekiyor. İbn-i Haldun'un asbiye kavramını temel alırsak asabiyesi en güçlü partiler Ak Parti ve HDP görülüyor. Burada asabiyeyi sağlayan temel faktör lider faktörüdür. Asabiyesi ideolojik bakımdan en güçlü olması beklenen MHP ise şu şartlarda asabiyesi en zayıf parti görünümündedir. Ahmet Davutoğlu başbakanlıktan alındı, alan kişi hakkında "onuru onurumdur, ailesinin onuru onurumdur" diyerek bir tavır sergiliyor. 20 gün içinde kongre yaparak yeni genel başkanı ve başbakanını seçecek. MHP ise mahkeme kapılarında sürüklendiği yetmiyormuş gibi birbirlerine en ağır hakaretleri yapıyorlar. İşin garibi MHP sempatizanları Ahmet Davutoğlu güzellemesi ile ahlaktan bahsediyor. Öyle görülüyor ki, Ak Partinin iç dayanışması diğer partilerden çok daha sağlıklı görülüyor.

Siyasal hareketler ve iktidar tek boyutlu faktörlerle açıklanamaz. Bu ilke siyasi olayları değerlendirirken temel ilke olmalıdır. Bundan dolayı bir iktidarın devamı ve başarısı tek bir faktörle açıklanamaz. Dolayısıyla Türkiye’de iktidarı belirleyen faktörlerden biri Kürt sorunu olmasına karşın tek faktör değildir.  Hatta şu an başat faktörde değildir. Sadece önemli faktörlerden biridir. Şu an Kürtlerden HDP dışında en çok desteği alan partinin Ak Parti olduğu gerçeğini gözden uzak tutamayız. Kuşkusuz Kürt sorunu önemli ancak iktidarı belirleyen tek faktör değil. Çözüm sürecinde de çatışma sürecinde,Ak Partinin PKK'ya teslim olduğu eleştirileri altında Ak Parti Türkiye de en yüksek oy oranına sahipti.

Son günlerde yaşananlar Erdoğan’a yönelik diktatörlük tartışmalarını yeniden gündeme taşıdı. Türk siyasal sistemi bütün aksaklıklarına karşın demokratik bir sistemdir. Erdoğan'ın siyasal anlayışı,yönetim biçimi eleştirilebilir,görüşlerine muhalefet edilebilir. Ama diktatörlük suçlaması başka bir siyasal tartışmadır. Türkiye demokratik bir siyasal sisteme sahiptir. Bu yüzden bütün görevlere seçimle gelen Erdoğan'ın diktatörlükle suçlanması sadece anlamsız değil,aynı zamanda siyasal bilgi açısından da affedilmez bir yanlış bakıştır. Diktatör seçimle ya da darbeyle gelir ve bir daha seçime izin vermez; demokratik çoğulculuk ve farklı siyasal partiler yoktur. Bu yüzden Erdoğan'ın diktatörlüğü üzerinden yürütülen kampanya sadece siyasal başarısızlığı örtmeye dönük bir kampanyadır. Bu kampanyanın bir tarafı PKK diğer tarafı Cemaate dayanıyor. Sanki Hocaefendi ve Öcalan bulunduğu görevlerin tümüne seçimle gelmiştir.

Türkiye'de Ak Parti iktidarı kültürel kökleri bakımından İslami geleneğe yaslanır, ama İslamcı değildir. Hatta geleneksel İslamcılığa karşıdır bile denebilir.

Ak Parti bütün hatalarına karşın hala Türkiye'de iktidar için büyük çoğunluğun tercih ettiği tek siyasal hareket gibi görülmektedir. Ak Partinin başarısını sadece muhalefetin başarısızlığına bağlamak da çok mantıklı değildir. Hiçbir sosyal olay tek faktörlü değildir. seçmenin büyük çoğunluğuna göre Ak Parti son dönemin(bir bölümüne göre de Cumhuriyetin tamamının) en başarılı siyasal hareketidir. Ak Parti muhaliflerinin en büyük sorunu savundukları muhalif dilin halkta yeterli karşılığı görmemesidir. Muhalifler kendilerini suçlayacakları yerde, elitist bir tavırla, sucu halkın bilgisizliğine atarak sorumluluktan kaçmayı deniyorlar. Böylece Türk halkının siyasal tepkilerini anlama yönündeki entelektüel zaaflarını gizlemeyi, dahası tartışmadan uzak tutmayı hedefliyorlar. Oysa ilk hesaplaşılması gereken soru şu: Neden insanlar bize güvenmiyor? Sorun bizde mi, söylediklerimizde mi,ahlaki tutumumuzda mı,yoksa karşımızdakilerde mi? Suçlamak,düşman yaratmak,ötekileştirmek kolaydır.

Ak Parti iktidarının geleceğini biraz da muhalefetin tavrı belirleyecektir. Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşmalarından anladığım, sahip olduğu entelektüel yetersizlikle, Erdoğan ile mücadele etmesi ve başarılı olması eşyanın tabiatına aykırıdır.

Devlet Bahçeli'ye gelince, O da ülkemizdeki Milliyetçi/ülkücü ideolojinin çoraklığından yeterince nasipleniyor. MHP'nin temel sorunu sadece Bahçeli'nin liderlik tarzı değil, milliyetçi/ ülkücü camiadaki felsefi, kültürel ve edebi çoraklıktır.

Erdoğan ve Davutoğlu arasında yaşanan anlaşmazlık ve sonucunda ortaya çıkan görev değişikliği sonucunun olduğu günlerde bir de Cumhuriyet Gazetesi yazarı Can Dündar’ın sanık olduğu davanın duruşması oldu. Mahkemenin sonucundan çok Can Dündar’a yönelik saldırı konuşuldu. Can Dündar'a suikast olayında senaryo kötü, mizansen kötü, dekor kötü, aktörler kötü… kısaca her şey kötüydü. Oysa Türk Kemalist laik solunun geçmişte daha büyük prodüksiyonlara imza attığı açıktır. Bu yetersiz yöntemlerle sıradan bir gazeteciden kahraman çıkmaz. Oysa Kemalist kesim için ne güzeldi eski günler. Piyano eşliğinde 10.yıl marşı gibi sanatsal değeri sıfır olan parçalar dinleyerek başörtülü kızları Arabistan'a gönderiyorlar; Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz tefrikası yayınlıyorlardı. Arkasından laikliğin inanç özgürlüğü olduğu, gerçek laikliğin Kur'an'da olduğu konusunda,aralarında mutlaka Yaşar Nuri Öztürk'ün olduğu açık oturumlar düzenliyorlardı. 28 Şubat alçaklığının sürdüğü günlerde dindarların ne kadar yaralandığını kimse hesaba katmıyordu. Kemalistler, Kemalizm’i toplumun gözünden düşüren şeyin 28 Şubat kepazelikleri olduğunu analiz edecek donanımdan dahi yoksundu. İşte Erdoğan bu kepazeliklerden sonra ezilen, horlanan, akşama kadar inançları yüzünden kafalarına vurulan insanların kahramanı olarak çıktı. Kemalizm’i, Erdoğan değil aslında 28 Şubatın bu topraklarda kökü olmayan köksüz Kemalistler yıktı. Kemalistler halkın niye Erdoğan'a destek verdiğini sorgularken, Erdoğan’ın 28 Şubat alçaklığına karşı halkın ezilen onuruna sahip çıktığını unutuyorlar.

Erdoğan son 15 yıldır aldığı siyasi kararlarda sürekli kazanan bir lider, sürekli iktidar kalmayı başardı. Bakalım son aldığı kararın sonuçları ne olacak? Ak Parti seçmeninin büyük bölümü Erdoğan karşısına çıkanı affetmiyor. Son 15 yıl Erdoğan'a çeşitli sebeplerle karşı çıkan siyasilerin yok olduğunu gösterdi. Davutoğlu olayı farklı ,çünkü Davutoğlu Erdoğan'a karşı çıkmadı. Muhafazakar dindar seçmen için Erdoğan, hala ulusalcı Kemalistler elitler tarafından ezilmeye çalışılan ve bu amaçla sistem dışında tutulanların kahramanı. Bu kesimlere Erdoğan'ı gölgede bırakacak bir kahraman üretmeden Erdoğan'ı yenmek zor olacak.

Öyle görülüyor ki muhalefet Erdoğan nefreti ve karşıtlığına odaklandıkça Türkiye'yi kucaklayacak bir siyaset üretemeyecek. Ama bu yolu denemeye devam ediyorlar. Üstelik bunun Erdoğan taraftarlarını motive ettiğini bile analiz edemeyecek kadar ferasetlerini kaybetmişlerdir.

Erdoğan bir lider olarak taraftarları olduğu gibi karşıtları hatta, nefret edenleri olan bir lider. Erdoğan nefretinin altında aslında Erdoğan'ın temsil ettiği ve bağlı bulunduğu ideolojik ve kültürel anlayışa duyulan nefret var. Kemalist ulusalcıların nefretinin altında Erdoğan'ın’ın dindar kimliği yer alıyor. Cumhuriyetin militarist modernleşmesine karşıt olarak görüyorlar onu. Erdoğan tam da bu nedenle muhafazakarlar tarafından geniş destek görüyor. Sosyolojik olarak Kemalizm, seküler modernleşmeyi, Erdoğan ise muhafazakar dindar modernleşmeyi temsil ediyor. Erdoğan ile Kemalistler arasındaki kavgayı anlamlandırmak için Mehmet Akif-Tevfik Fikret kavgasına bakmak gerekir. Kemalistler Anıtkabiri, Erdoğan Kabe’yi önemsiyor. Kemalistler Osmanlı ve Islama mesafeli, Erdoğan İslam ve Osmanlı merkezli. Erdoğan Kemalizm’in merkezi gücünü yıkan adam.Kemalistlerin Erdoğan nefreti, dindarların destek nedenidir.

Ak Partinin geleceğini belirleyecek temel etken, sosyolojik anlamda Ak Partiye oy veren dindar muhafazakar kitlenin ona olan sadakatini yitirip yeni bir arayışa girmesidir. Böyle bir hareket görmüyorum. Dahası, MHP'den Ak Partiye olan akış da sürüyor. MHP ile Ak Parti arasında yalpalayan seçmenin en büyük parametresi PKK ve Kürt sorunu karşısında alınan pozisyona göre değişiyor. 
Eğer muhafazakar dindar seçmen hareketlenirse veya bunun ipuçları belirirse o zaman siyasal denklemde değişimler olabilir. Kuşkusuz zaman her şeye gebedir. Muhafazakar dindar seçmen yeni bir arayışa girmediği sürece MHP'deki yarış nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın Türk siyasetinde köklü değişimlere yol açacağını sanmıyorum. Kaldı ki MHP'deki sürecin uzaması MHP'yi giderek daha çok yıpratacaktır.

Ak Partinin aldığı oy oranıyla Davutoğlu arasında bağlantı kurmak çok gerçekçi değildir. O yüzden “24 milyon oyla gelir bir kişinin oyuyla gidersin " söyleminin sosyolojik bir değeri yok. Bu iddiayı savunmak için, Mesela o 24 milyonun oyun ne kadarı Erdoğan'a ne kadarı Davutoğlu'na aittir sorusunun cevabını vermek gerekir. Kaldı ki bu çıkarımla gidersek Erdoğan'ın arkasında %52'lik bir oy oranı var.

Erdoğan yaşadığı sürece Ak Parti de başbakan olacak her isim ikinci adamdır. Özellikle 7 Haziran sonrası koalisyonu savunan Ak Partililerin aksine , izlediği siyasetle koalisyonu reddeden Erdoğan, seçimi kazandıracak hamleleri yaparak hakimiyetini iyice artırmış durumdadır.

Davutoğlu olayında en ilginç değerlendirme yapanlar arasında en çok Selahattin Demirtaş'ı dinlerken güldüm doğrusu. Davutoğlu'nun darbe ile devrildiğini söylüyor ve irade saraydadır diyor. Demirtaş bu eleştiriyi yaparken kendi konumunu tamamen görmezden geliyor.  Sanki içinde bulunduğu partinin üyelerini kendisi belirliyor. Sanki eş başkanlık PKK'nın Genel Başkanı olduğu HDP'yi denetlemek üzere kurulduğundan kimsenin haberi yok. Sanki Öcalan'ın haberi olmadan HDP nefes alabilir. 

Davutoğlu'nun ayrılmasını ,Davutoğlu ile Erdoğan arasında dış politika ve Kürt sorunundaki görüş ayrılıkları olarak görüyorum. Ahmet Davutoğlu, sevilen bir hoca,sevilen bir akademisyen, "Stratejik Derinlik" adlı eseriyle rüştünü ispatlamış bir aydın, değerli bir başbakandı. Görevden ayrılırken, ayrılmak zorunda bırakılırken yaptığı açıklamalarla ahlaken daha da büyüdü.


Ak Parti muhalifleri gelecek stratejilerini Ak Parti içindeki çekişmelere bağlamasınlar. Orada oluşacak bir çatlağın kendilerine avantaj sağlayacağı üzerine yapılacak bir hesap sağlıklı değil. Kaldı ki, diğer partilerin iç bütünlüğü Ak Partiden daha kırılgan gibi. Muhalefet yapıcı,ümit verici bir siyaset oluşturma peşinde olmalıdır.


Ak Partiyi değerlendirme konusunda Kemalistler,Ulusalcılar, Anti kapitalist Müslümanlar, Kürt milliyetçileri ve HDP sözcüleri sürekli yanıldılar. İçlerinde bir kısım dostlarında bulunduğu bu kesimler toplumsal dinamikleri doğru okuyamadıkları için sürekli Ak Partinin aldığı oy oranına şaşırıyorlar. Oysa son on beş yılı aşkın sürede şaşılacak olan Ak Partinin %40'ların altına düşmesidir. Çünkü mevcut durumu değiştirecek ne bir toplumsal talep var ne de önemli bir sosyal değişim.

 Ak Parti iktidarının geleceğini,kişiler üzerinden değil,bu partinin toplumsal dinamiklerle olan bağlantısında aramalı. Ak Parti büyük ölçüde Muhafazakar/dindar kitlelere yaslanmaktadır. Bu kitlelerin taleplerine cevap verip vermemesiyle ilgilidir değişim talebi. Bu kitleler Ak Partinin arkasında durdukça mevcut durum devam edecektir. Kuşkusuz her yeni dinamik,her yeni değişim yeni talepler doğurur.

Unutulmaması gereken şudur: Bütün insanlar, partiler, örgütler, cemaatler şu ilahi yasaya tabidir: "Başınıza gelenler kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir." (Yani herkes başına gelenden sorumludur) 



Bu yazı 2098 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI