erotik shop
Bugun...
İçeriden Bir Cemaat Okuması: “Kirli Hesaplar Çarşısı” ve Bir Darbe İdeolojisi Olarak Gülenizm


Yusuf Yavuzyılmaz Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 17-07-2016 01:25

Hüseyin Gülerce, cemaatin içinde otuz yıla aşkın bulunan,konumundan dolayı Gülen’in sözcüsü olarak adlandırılan önemli bir isimdir. Elbette yazdıkları anılarıdır ve anılar daima öznelliğe açıktır. Anılar bir savunmadır çünkü. Bu zaafına karşın anılar yararlanılacak önemli kaynaklardır.

Hüseyin Gülerce, içinde bulunduğu yapıyı “Gülenizm: Küresel Hipnoz olarak değerlendiriyor. Kuşkusuz yazdığı kitap bu hükmüm temellendirilmesi konumundaki temellendirmelerden oluşuyor.

Hüseyin Gülerce’nin kitabı anı kitaplarının bütün zaaflarına karşın çok değerli bilgiler içeren, cemaat olayını değerlendirirken karanlık kalan noktalara ışık tutan değerli bir çalışmanın ürünü kuşkusuz. Bu tür anıların bir diğer önemli özelliği de, tarihsel yaşananlara birincil elden tanıklık oluşturmalarıdır.

 Hüseyin Gülerce’nin tanıklığı üzerinden nasıl bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu izleyelim:

“Ben kozmik künyenin içinde olmadım ki ‘otuz yıl içlerindeydin, neden bilemedin, fark etmedin?’ diye soruyorlar. Bunun cevabını bu kitabın ilgili bölümünde detaylı olarak yazacağım. Şimdilik şu kadarını söyleyeyim. Çok gizli yapının bahçesinde çalışan biri olarak olan biteni nereden bilecektim. İkincisi bu yapının gerçek yüzü yeni yeni ortaya çıkıyor. Üçüncüsü, Devletin İstihbarat Teşkilatının, Başbakanlarının, Bakanlarının, Cumhurbaşkanlarının fark edemediği bir yapının iç yüzünü ben nasıl bilecektim?”(s: 16)

Öyle görülüyor ki, cemaat iktidar karşıtlığına ve karalamaya başladığından itibaren Hüseyin Gülerce’ye operasyonla ilişkin bilgi verilmemektedir. Gülerce bu durumu şöyle anlatıyor: “Başbakan Erdoğan hakkında bütün Türkiye’de cemaat tabanına yayılan bir karalama, itibarsızlaştırma dalgası yayılmıştır. O yıllarda Zaman Gazetesi’nin tiraj kampanyasında illere, büyük ilçelere konferanslara gidiyordum. Gittiğim her yerde Erdoğan düşmanlığı ile karşılaşmıştım. Daha önce hiç görmediğim bir şeydi. Öyle ki, hizmetin tek bir düşmanı vardı, ülkeye ihanet ediyordu ve o Başbakan Erdoğan’dı. Ben, bir seferinde bunlara itiraz ettim, hatta kürsüden bunun yanlışlığını anlattım. Hiç unutmuyorum, Yalova’ya yakın bir ilin imamı, bana, ‘Ağabey, Hocaefendi’den bize gelen, size gelmiyor mu?’ diye sitem etmişti. Yani ‘biz böyle konuşuyorsak Hocaefendi böyle dediği için konuşuyoruz, siz Hocaefendi’ye rağmen neden böyle konuşuyordunuz?’ (s: 33)

Gülerce’ye göre Cemaatin ilk defa kendini göstermesi MİT kriziyle ortaya çıktı. Bu noktadan itibaren Cemaatin geleneksel siyasetinde temelli bir kırılma yaşanacak, o zamana kadar uyum içinde çalışmaya dikkat çektiği siyaset yerini doğrudan çatışmaya bırakacaktır.

MİT krizinde kamuoyuna yansıyanın aksine Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,Hakan Fidan’a ifade vermeye gitmesini söylememiştir. Cumhurbaşkanı danışmanı Ahmet Sever’in yazdığına göre: “Savcı Sarıkaya, 7 Şubat günü MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye çağırmadan üç saat önce Cumhurbaşkanı Gül, Fidan’ı köşke çağırıyor ve kendisine ‘ bu olayda bir kasıt ve kötü niyet gördüğünü, asla ifadeye gitmemesi gerektiğini’ söylüyor. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı, yargı eliyle bir kumpas kurulduğunun farkında olarak MİT Müsteşarı’nı uyarıyor.”(s: 23)

“Cumhurbaşkanı Gül’ün ifadesiyle ‘Cemaat kendini ilk defa göstermişti.’ Sonrasında olanları hiçbirimiz tahmin edemezdik. Savaşın düğmesine basılmıştı bir defa. Peşpeşe Gezi Olayları, 17-25 Aralık darbesi, MİT Tırlarının durdurulması, Belediye seçimlerinde CHP’nin desteklenmesi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin ortak adayına destek ve nihayet 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP’nin desteklenmesi. 7 Hazirandan sonra CHP-MHP-HDP restorasyon hükümeti kurulması için çabalamak. ABD’de Yahudi lobisinin desteğiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet aleyhine Temsilciler Meclisi üyelerinden ve senatörlerden Dışişleri bakanı Kerry’e iletilmek üzere imza toplanması..”(s: 27)

Kuşkusuz sıralanan bu olaylar ortada organize ve iyi planlanmış bir darbenin olduğunu açıkça gösteriyor.

Cemaatin ilk önemli hamlesi kuşkusuz 2010 yılındaki HSYK seçimleriydi. Gülen bu Anayasa değişikliği için mezardakilerden bile oy vermelerini istemişti. Kuşkusuz bu tavır cemaatin ileride yapacağı operasyonlara hukuksal zemin oluşturmak için hayati öneme sahip bir hamle idi. “ 2010 Referandumu’nda alınan yüze 58 “evet”in ardından HSYK meğer tam olarak Gülencilerin kontrolüne geçmiş. Bence asıl darbe buydu. HSYK ele geçirildikten sonradır ki Gülenciler hükümete savaş açma cesaretine sahip oldular.” (s: 28)

İşin garip yanı birlikte çalıştıkları iktidara karşı,o dönemlerde bile kumpas arayışı ön plandaydı. Askeri ve bürokratik vesayetin ortadan kaldırılması konusunda Gülen grubuyla hareket eden iktidar dostu tarafından ihanete uğruyordu. Aslında burada cemaat ahlakı açısından şaşırtıcı bir durum yok. Cemaat ahlakının en büyük hedefi cemaatin politikaları yönünde hizmet etmektir. Bunun için yapılmayacak haksızlık çiğnenmeyecek ahlak kuralı yoktur.

Gülen’in amacının Ak Partiyi iktidardan uzaklaştırmak olduğu açık. Peki bu projenin amacı neydi? “ Mısır’da Mursi’nin devrilmesi için Sisi’ye biçilen tol ne ise, Türkiye’de Erdoğan’ın devrilmesi için Gülen’e biçilen rol aynıdır.”(s: 30) Bu ifadeler aslında Erdoğan üzerinden yürütülen küresel bir operasyonun olduğunu, Cemaatin ise bu operasyonun maşası olduğunu iddia etmektedir.

Cemaatin Kürt sorunun çözümü karşısında duyduğu endişe de Erdoğan iktidarının geleceğinin belirlenmesiyle ilgilidir. “Çözüm sürecinin çözüm üretmemesi için, Kürt meselesinin daha çözümsüz hale getirilmesi için dinamitlendiği çok açık. Ak Parti iktidardan uzaklaştırılacak, Erdoğan’ın siyasi hayatı bitirilecekse Kürt meselesinin çözülmemesi gerekiyordu.”(s: 30)

Öyle anlaşılıyor ki, bunu sağlamak için KCK operasyonları başlatıldı ve kapsamı tepki yaratacak kadar fazla tutuldu. Amaç iktidarı bu konuda köşeye sıkıştırmak ve çözüm süreci denilen süreci başarısızlığa uğratmaktı.

Gülerce, 2011 seçimlerinde Ekrem Dumanlı’nın Ak Partiye elli kişilik bir milletvekili listesiyle gittiğini anlatıyor. Liste Erdoğan tarafından kabul edilmemiş. Doğrusu cemaatle iktidar arasında çatışma ortaya çıktığında, cemaate yakın milletvekillerinin istifa ettiğine bakılırsa bunun hayati bir karar olduğu anlaşılıyor. “Bu elli kişilik liste meselesi bir başka açıdan da çok önemli. Bu konuda amaçlarına ulaşamayınca, Erdoğan’a olan kin ve düşmanlıkları artmıştır. Siyaset yolunu öncelemelerinin isabetli olmadığını düşünerek 7 Şubat ve 17/25 Aralık darbelerinin hazırlığına ağırlık verme kararı alınmıştır.”(s: 34)

Peki Erdoğan bu dümeni neden göremedi? Sorusu önemlidir. Hüseyin Gülerce’ye göre, bu konuda uyarılmasına karşın, iyi niyetinin kurbanı olmuştu.” Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in Başbakan Erdoğan’ı uyardığını ama Erdoğan’ın ‘ Alnı secdeli arkadaşlar, onlardan zarar gelmez’ dediğini biliyoruz. Sonuçta paralel yapı 22 kişilik kurulda 13 kişilik üstünlük sağladı.” (s: 37)

Cemaat açısından HSYK’nun ele geçirilmesi müthiş bir güç zehirlenmesine yol açtı. Artık uygulayacakları projenin önünde hiçbir ciddi engel kalmadığına inandılar. Bu tutum bütün entelektüel birikimine karşın, cemaatin, devletin reflekslerini iyi analiz edemediğini gösteriyor.

17 Aralık 2013 tarihinde iktidar, kuşkulandıkları yapının artık iyice ayırtına vardılar. Kesin olan, kendilerine bağlı emniyet mensuplarından bir grup, kendilerine karşıydı ve daha da vahimi iktidar olarak ne yaptıklarını bilmiyorlardı.

Gezi olayları sırasında Cemaatin aldığı tavır artık iktidar cemaat arasındaki savaşın netleştiğini gösteriyordu. Cemaat iktidarı devirmek için şeytanla bile işbirliğine gidebilirdi. “Kesinlikle organize bir harp taktiği uygulanıyordu. Taksim’de duvarlardaki başbakan Erdoğan’a ve ailesine yönelik ağır küfürler de bunun göstergesiydi. Doğan medyası ısrarla bu duvar yazılarını ‘espri’ diye veriyor,eylemcileri, ‘esprili çocuklar’ şeklinde tasvir ediyordu. Medya ve sosyal medya eliyle bir algı operasyonu yürütülüyor, henüz sokağa çıkmayanlar sokağa çekilmeye çalışılıyordu. Twitter’dan Gezi yalanları bombardımanı başlamıştı. Google’dan dehşet fotoğrafları derleniyor,bu görüntüler, ‘işte polis şiddeti’ diye servis ediliyordu.”( s: 46)

Kuşkusuz Gezi olaylarından cemaatin büyük beklentisi vardı; kuşkusuz bu beklentiler gerçekleşmedi. Dönemim ünlü savcısı Zekeriya Öz bundan PKK’yı sorumlu tuttu. “ Gezi olaylarına PKK nedense hiç katılmadı ve müdahil olmadı. Bu konu PKK tarafından pişmanlık olarak dile getirildi. Gezi olaylarına PKK müdahil olsaydı şu an hükümet edenlerin bu makamda oturma imkanları olmayacaktı. PKK kimden emir aldıysa katılmadı.” (s: 53)

Ülkede oluşturulmaya çalışılan iktidar karşıtı tutuma Erdoğan sandığı göstererek meydan okumayla karşılık verdi. Gezi olaylarından sonra yapılan Kazlıçeşme mitingine milyonu aşkın vatandaş katıldı. Kuşkusuz bu katılım Cemaatin moralini çökertmişti. Bu süreçte Hüseyin Gülerce Zaman gazetesinde içinde bulunan cemaatin tavrından farklı yazılarına devam ediyordu.

7 Şubat 2012 MİT krizi Cemaatin iktidara meydan okumasının ilk kıvılcımıydı. Sonrasında 17 ve 25 Aralık girişimleri geldi. Doğrusu operasyonun gerekçesi son derece iyi hazırlanmıştı: Yolsuzluk Operasyonu. Ancak yolsuzluk operasyonu milyonların zihninde kuşku ile karşılandı. Kuşkusuz bu Türkiye’de yolsuzluğun olmadığı temeline dayanmıyordu. Cemaatin bunu bahane ederek başka bir operasyonun eşiğinde olduğu yaygın bir kanaatti.  “ Halbuki 17-25 Aralık darbe teşebbüsünde bir zorlama vardı. Bu ülkede yolsuzluk ve rüşvet ilk defa mı oluyordu? Ak Partinin 3 Kasım 2002’de iktidar olmasının en büyük yolsuzluklarından(galiba nedenlerinden olacak y.y) biri DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti dönemindeki yolsuzluklardı. Gülen medyası bunların üzerine hiç gitmedi. 28 Şubat döneminde gazete patronları banka satın alıp içlerini boşalttılar. Kamu bankalarının usulsüz kredilerle içi boşaltıldı. Devlet, millet milyarlarca dolar zarara uğratıldı. Gülen medyası bunların hiçbirini görmedi, üzerinde durmadı. F.Gülen’in yolsuzluklarla ilgili tek bire ikazını, sohbetini duymadık.”(s:79). Bu tutum açıkça yolsuzluk ve rüşvetin birincil amaç olmadığını açıkça gösteriyor.

İktidar Cemaatin aldığı savaş pozisyonunda geri adım atmadı. Önce savcıları görevden uzaklaştırdı, sonra HSYK’ ndaki cemaat ağırlığına son verdi.

Hüseyin Gülerce’ye göre Hocaefendi’nin bittiği gün yaptığı o ünlü beddua idi. Cemaat militanları bunu nasıl tevil ederse etsin; sevecen, hoşgörülü Hoca gitmiş,yerine öfkeli, kızgın,önüne gelene beddua eden bir figür gelmişti. “ 7 Şubat 2012’de nasıl İhanet Hareketinin en temel vasıflarından olan ülke idarecileriyle uğraşmama ilkesi çiğnenip,başbakan Erdoğan’a ve Ak Parti iktidarına savaş ilan edilmiş ve Hizmet bulunduğu zeminden düşmeye başlamışsa ,beddua kaseti de ‘Hocaefendi’nin kürsüsünü devirmiştir. Bu beddua seansından sonra Hoca efendi gitmiş, kendinden her şey beklenen, ihanet odaklarına taşeronluk yaptıklarından bahsedilen , FETÖ( Fethullahçı Terör Örgütü) lideri olarak anılmaya başlayan biri gelmiştir. Hocaefendi ne kadar itibarlı, munis, sevilen biri olarak bilindi ise, Fethullah Gülen de itibarı olmayan, güvenilmeyen, kendisine düşmanlık beslenen biri olmuştur. Hocaefendi dendiğinde insanlar oturuşunu değiştirir, onun için gözyaşı dökerken bedduacı Fethullah Gülen karikatürlere malzeme olan ,kendisiyle alay edilen biridir…(s: 91)

Öyle görülüyor ki, cemaatin toplumda kaybettiği itibar kaybı ,dışarıdan gelen eleştirilerle değil,bizzat cemaatin kendi tutumu yüzünden gerçekleşmiştir. Burada önemli bir konu da Fethullah Gülen’in kendini ne olarak gördüğü ile ilgili eleştirilerdir. Bu konuda şu anekdot açıklayıcıdır sanıyorum : “ Hakan Şükür bu bedduadan birkaç hafta sonra Pensilvanya’ya  Gülen’in yanına gidiyor. Konu bedduaya gelince Hakan Şükür : ‘Efendim birileri Türkiye’de hala beddua diyorlar’ diye lafa giriyor. Gülen Hakan Şükür’ün gözlerinin içine bakıyor: ‘Hakan Bey Ben Kendiliğimden mi konuşuyorum?” ( s: 95) . Burada ima edilen şey, Gülen’in aldığı bilgiler dolayımında böyle konuştuğudur. Bu noktada tasavvuf geleneğinde rüya,ilham ve sezginin tartışılmaz bilgi kaynakları olduğunu da hatırlatalım.

Peki Cemaatin bağlıları Hocaefendi’den gelen bilgileri nasıl karşılamaktadır? Kuşkusuz bu konuda sarsılmaz bir inanç söz konusudur.  “ Bu en büyük susturucudur. ‘Hocaefendi yanlış yapmaz, çünkü kendiliğinden konuşmuyor. Her Perşembe akşamı Peygamberimizle (s.a.v) istişare ediyor. Peygamberimize(s.a.v) danışıyor, Peygamberimizden (sav) onay alıyor. Bu konuda o kadar rahat ki. Efendimizi(s.a.v)TV dizilerinde kamyona da bindiriyor, Türkçe Olimpiyatları’nda statlara da götürüyor. Türkiye’den has adamlarından biri, ‘Efendim bir arkadaş Peygamberimizi rüyasında görmüş, tweetleri ikiye katlayın demiş’ dediğinde, ‘siz de katlayın o zaman’ cevabını çok rahatlıkla vermiş…” ( s: 95) . Burada işaret edilen din anlayışına dikkat etmek gerekir. Ne yazık ki, Peygamber bütün mesaisini bir cemaatin çıkarlarına adamış bir figüre dönüşmektedir.

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil’in sözleri cemaatin zihin dünyasını açıklar niteliktedir.

“ Yeşil’in beni ikna etmek için söylediği en çarpıcı ifadeleri ile başlayalım.

‘ Erdoğan zaten 30 Mart seçimlerini göremeyecek’ dedi.

Bir anda şaşkınlık yaşıyorum. Düşünüyorum, Erdoğan başbakan.Hasta değil, Yeşil’e soruyorum:

‘Neden göremeyecek?’ cevabı, kanımı donduruyor.

‘Çünkü ya akıl hastanesine kapatılacak, ya da intihar edecek.’

Bu defa ben;

‘ Mustafa Bey, Erdoğan İmam hatip mezunu, namazlı niyazlı bir insan,hayatı ortada bir mümin…Hiç intihar eder mi?Neden intihar etsin?’

Yeşil cevap veriyor: ‘ kasetleri var…’

Ben yine hayretle soruyorum: ‘Ne kaseti,sen ne diyorsun?’

Yeşil devam ediyor: ‘ Evinin bodrum katında paralarla ilgili kayıt var…’

Ben hayretler içinde,’ Başbakan’ın evinin içinde kim böyle bir kayıt yapabilir’ diyorum.

Yeşil, benim ilk defa duyacağım sözleri söylüyor:

‘Koruma polisleri çekiyor…’ ve ekliyor:

‘Başbakanın 40 koruma polisinin 25’i bizim arkadaşımız…’(s: 98)

Gelişen olaylar sonucunda Erdoğan, Gülen’in hedefini kamuoyuna deşifre etti. Gülerce’ye göre Erdoğan cemaatin amaçlarını şöyle sıraladı:

“1- Ak Partiye yolsuzluk yaftası yapıştırarak AK’ı KARA’ ya çevirmek.

2-Hükümeti ve Ak Partiyi El Kaide’nin destekçisi gibi göstermek,

3- Çözüm sürecini sabote etmek,

4- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile arasına fitne sokmak.”(s: 110)

Hüseyin Gülerce’ye göre Gülen daima iki yönlü oynuyordu. Cemaat ile iktidar arasında arabuluculuk yapması için teşvik edilen Gülerce, Gülen’in asla barışmak amacı olmadığını söylüyor. “Tabi bir hafta sonra 25 Aralık’ı görünce anladık ki bu düşünceler bir hayalmiş. Gülen, sulh olmasını hiç istememiş. Dört aşamalı bir planla Ak Partinin 30 Mart yerel seçimlerinde yüzde 25’ler düşeceği, Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının CHP’ye geçeceği ve ardından tökezlemiş bir Ak Partinin 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ı aday göstermeyeceğine kesin olarak inanılmış”(s: 124)

Cemaatin diğer bir operasyonu da MİT tırlarının durdurulmasıdır. Mit görevlileri ise arama yapılmasına karşı direndiler. MİT tırları konusunda devletin güvenlik birimleri karşı karşıya getirilmiş ve bunun üzerinden iktidar yıpratılmaya çalışılmıştır. Erdoğan ise bu olaya çok sert tepki göstermişti. Başbakan Davutoğlu daha sonra yaptığı açıklamada MİT tırları konusunda hedefin kendisi Erdoğan ve Fidan olduğunu açıklamıştır.

İktidar –Cemaat gerilimi sürerken Gülerce ile diğer zaman yazarları arasında da gerilimler yaşanmaya başlamıştır. Gülen, Hüseyin Gülerce’nin mehtap TV’deki programlarına son verir. Gelişen süreçte Cemaatin durumunun değişmeyeceğine kesin olarak kanaat getiren Gülerce,kesin olarak cemaatten ayrılma kararı alır. Gülerce tek hatasının 25 Aralık günü ayrılmaması olduğunu ifade etmektedir. Gülerce süreç boyunca F.Gülen ve Ekrem Dumanlı’nın birlikte kendisine karşı ikili oynadığını iddia etmektedir.

Hüseyin Gülerce, gelişen süreçte cemaatin çok sayıda yalan ve iftira ürettiğini söylemektedir. Gülerce, kendisinin aldığı tavırdan dolayı itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. “ En başta ‘Cemil Çiçek ve Melih Gökçek’in tesiri altında. Onları dinliyor.’ Dediler. Arkasından ‘ Ankara’da kendisine iki villa verildi’ yalanını yaydılar. Daha sonra hükümete yakın bir gazeteye yüksek maaşla geçeceğimin kesinleştiği dedikodusu yayıldı. Yetmedi, Ak Partinin bana milletvekilliği sözü verdiğini mütevellilerde konuştular. İki seçim yapıldı, bu yalanın tutmadığını görünce başka bir yalana sarıldılar. Güya ben birisine –kim o birisi çıksa ya ortaya, bana dedi, dese ya- ‘Bu yaştan sonra cezaevine giremem, korkuyorum’ demişim. O birisi ile yeminleşelim. Ben böyle demişsem Allah beni kahretsin. Sadece tabandaki hipnoz kurbanlarına etkili oldu. En sonuncusunu da yeni duydum. Ben Gülen’in yerine göz dikmişim, ondan sonrasına hazırlanıyormuşum.” (s: 176)

Sadece Gülerce değil, cemaate karşı kim tavır yapmışsa ya da karşısında duruyorsa cemaatin karalama ve iftira kampanyasından nasibini almıştır. Gülerce görüşmelerinde Gülen’in kendisine sürekli yalan söylediğini de ifade etmektedir.

Gülerce “Tek Türkiye “adlı TV dizisi konusunda Gülen’in kedisine yalan söylediğini de anlatmaktadır: “ Bana Diyarbakır’a , Gaziantep’e gittiğimde arkadaşlar ‘Hocam tamam bu Tek Türkiye dizisinde PKK aleyhine bir tablo çiziliyor ama neticede bütün Kürtler böyleymiş gibi bir şey çıkıyor ortaya. Bunu kimse söyleyemiyor Hocaefendi’ye siz söyleyin dediler” Ben’de Amerika’ya gittiğimde : ‘Efendim böyle bir şikayet var dedim’. Ama Futhullah Gülen öyle bir cevap verdi ki,ilk defa yüzüme baka baka yalan söylüyordu: ‘ Hüseyin bey, kaç defa söyledim beni dinlemiyorlar” dedi…Gülen söyleyecek de  Hidayet Karaca Gülen’i dinlemeyecek. Bunu bilen biri olarak benim yüzüme böyle bir laf söylenir mi? Dondum kaldım (s: 176-177)

17 Aralık sonrası Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bir değerlendirme toplantısı yapılıyor. Toplantıya Etyen Mahçupyan da katılıyor. Toplantıya Ali Bulaç, Mümtazer Türköne, Şahin Alpay, Ergun Özbudun da içinde bulunduğu yirmiyi aşkın kişi katılıyor. Mahçupyan’ın dediğine göre bir gazeteci hizmet mensubuna “Ne oluyor?” diye soruyor,aldığı cevapsa şöyle: “Bizde değişen bir şey yok…Bir iki ay içinde netice alırız. Mahçupyan bu konuşmayı herkesin duyduğunu hatta gülümsediğini anlatıyor. Ancak konu kamuoyuna mal olunca toplantıya katılanlardan hiçbiri bu konuşmayı hatırlamıyor. Bunun üzerine Etyen Mahçupyan şu yazıyı yazıyor: “ …Madem o kadar hafıza darlığı çekiyorlar bir tazeleme yapalım. Lokantanın üst katında U şeklinde bir masanın sol kanatında ben ortada oturuyorum. Sağımda tanımadığım genç biri ve onun da sağında Şahin Alpay var. Solumda ise Mümtazer Türköne ve Ali Bulaç. U’nun sağ kolunda hiz

Gülerce’ye göre “30 Mart Yerel Seçimlerinden Önceki 4 olay da (7 Şubat MİT krizi, Gezi olayları, 17/25 Aralık darbesi ve MİT Tırlarının durdurulması) bu Seçimleri etkilemek ve somut hedef olarak Ankara ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını CHP’li adayların kazanması içindi. 7 Şubat 2012’deki MİT krizinde ilk defa başbakan Erdoğan’a ,hükümete kafa tuttular”(s: 187). Cemaat bir süre Erdoğan gitsin Ak Parti kalsın üzerinden propaganda yaptı. Gezi olaylarında Erdoğan’ı istifaya zorlamaya çalıştılar. Cemaat “Hocaefendi’den mesaj geldi Ak Parti oyları yüzde 23,5’a düşmüş haberleriyle motive edildi. Bu arada meşhur beddua edildi ve cemaat okullarındaki öğretmenler açıktan CHP lehine propaganda yaptılar.

Gülerce’ye göre Gülen’in CIA ve kilise destekli Yeşil Kart alması konusu da bir hayli sorunlu. Bu kartı alırken Gülen’e referans olanlar arasında Georges Fidas, Graham Fuller, Morton Abramowitz,Kemal Öksüz,Yıldırım Akbulut gibi çok sayıda isim bulunuyor. Referans olanlar arasında CIA’da bir dönem çalışanların olduğu da dikkat çekiyor. Gülerce, CIA, Kilise-Papaz desteğinin hareketin yerli ve milli karakterini bozduğunu, Gülen’in Amerika’da yaptığı toplantıların kuşkulu olduğunu, Mustafa Özcan gibi cemaat tarafından sevilmeyen kişileri yanında tuttuğunu, bu davranışların kendisinde kuşku doğurduğunu söylüyor(s: 214-215)

Gülerce’ye göre hareketin arkasında ABD olmazsa Gülen yaptıklarına cesaret edemezdi. Gülerce,Cemaat hakkında bildiklerini anlatmaya başlayınca cemaat tarafından itirafçı oldu propagandasıyla itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Kuşkusuz bu durum Gülerce’ye özgü değildir; cemaate karşı kim varsa kamuoyu gözünde küçük düşürülmeye çalışılmıştır.

Gülerce’ye göre Gülen bir taktik gereği sürekli ikili oynamaktadır.Ayrıca telefon dinlemeleri konusunda cemaate bağlı polislerin davranışları, cemaatin dinlemelerle ilgisi yoktur söyleminin büyük ölçüde işlevsizleştirmiştir. Ayrıca siyasetçilerin kasetleri, sınav sorularının çalınması, kumpaslar, Gülen’in Ak Partiyi hazmedemeyenlerle birlikte olması, cemaati Türkiye’nin önüne koyması,cemaati kendine siper etmesi, diğer cemaatlerle olan ilişkisi cemaatin üzerindeki şüpheleri daha da artırmıştır.

Gülerce’ye göre süreç içinde cemaatin yanlışları şunlardı:

1-Barış ve hoşgörüyü temel alan üslup kaybedildi.

2-Cemaat gayri meşru yollara tevessül etti.

3- Cemaat güvenilirliğini, inandırıcılığını ve dostlarını kaybetti.

4- Gülen,saygısını ve itibarını kaybetti.

5- İktidar ve toplum nezlindeki gücünü kaybetti.

6- Muhafazakar-dindarların büyük saygı beslediği Erdoğan’a savaş açtı.Erdoğan nefreti yaydı ve onu yabancılara jurnalledi. İran’la başbakan arasında bağlantı kurdu ve başbakana büyü yapıldığı ve tuzak kurulduğunu iddia etti. Erdoğan’a zalim ve diktatör eleştirileri yaptı.Ak Parti iktidarını firavunlara benzeterek,cemaatin teslim olmamasını öğütledi. Yapılan operasyonları “devlete sızmıyoruz,hakkımızı arıyoruz” retoriği ile açıklamaya çalıştı.

7- Gülen siyasi bir aktör gibi ortaya çıktı ve her defasında Erdoğan’ın karşısındaki kişi ve partileri destekledi. Ancak bu davranışları halktan beklediği desteği bulmasına yetmedi. 7 Haziran 2015 seçimlerinde cemaatin bağımsız adaylarından hiçbiri seçilmeyi başaramadı. Bu durum cemaatin toplumsal zemini hakkında önemli ölçüde kuşku doğurdu.

8-Tevazu ve kucaklama terk edildi.

9- Erdoğan’ın yaptığı işlerde Gülen’e danışmamasını Gülen asla affetmedi.

10-Cemaatin yerli ve milli olduğu anlayışının yerini İsrail,Amerika ve Avrupa ile işbirliği yapan bir cemaat algısı aldı.

11-Tevazunun yerini kibir aldı.

12- Türkiye’yi yönetme ehliyetini kendi tekeline almaya çalıştı.

Gülerce’nin cemaat hakkındaki son sözleri şunlar: “Türkiye,Gülenizm diye bir tehlike atlattı. Kimileri bu tehlikenin boyutlarını görmezden geliyor. Kimileri de bu hipnoz, insanımızın ve ülkemizin aleyhine hala kullanmaya çalışıyor. F.Gülen bağlılarına “geri geleceğiz,pes etmeyin” diye Pensilvanya’dan mesajlar göndermeye devam ediyor. Bence Gülen ve Gülenistler kaybetti. Kirli Hesaplar çarşısı kapatıldı ve kapıları mühürlendi. (s:347)

Kuşkusuz din- siyaset-devlet ilişkileri açısından Gülen cemaati Türk siyasal tarihinin en ilginç tecrübelerinden biri oldu. Cemaati sadece iç dinamikler açısından değerlendirmek artık mümkün görünmemektedir. Cemaatin asıl sorunu toplumsal zemindeki meşruiyetinin tartışılmaya başlanmasıdır. Toplumsal zeminde meşruiyetlerini kaybeden yapılanmaların başarılı olmaları bir hayli zordur. 



Bu yazı 1969 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI