erotik shop
Bugun...
Kürt Milliyetçiliğinin Açmazı


Yusuf Yavuzyılmaz Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 07-11-2016 23:34

HDP milletvekillerinin ifade vermeye gitmemeleri sonucu polis zoruyla ifadeye çağırılmaları ile ortaya çıkan gerginlik, Kürt milliyetçilerinin olayları değerlendirmedeki çelişkilerini de iyice su yüzüne çıkardı. Aslına bakılırsa gerginliğin temelinde sivil siyaset araçlarını kullanmak ile silahlı mücadele arasındaki seçim zorluğu yatmaktadır. Kürt milliyetçileri hem sivil siyasetin imkanlarını kullanmak istemekte hem de kendilerine terörle aranıza mesafe koyun eleştirilerini görmezden gelmektedir.

            Aslına bakılırsa öteki bütün tartışmalar şu soru karşısında anlamsızlaşmaktadır: PKK nedir? İnsanların bombalı tuzaklarla katleden, otoriter, silahı siyaset aracı olarak kullanan, kendi dışındaki herkesi tehditle sindirmeye kalkışan bir terör örgütü mü, yoksa Büyük Kürdistanı kuracak özgürlük savaşçıları mı? Bu soruya net ve açık cevap üretilememesi Kürt milliyetçilerini sürekli ikircikli davranmaya itmektedir.

Kürt milliyetçileri terör ve sivil siyaset arasında kaldıkları sorunlu konumu tartışacakları yerde, sorunu başka alanlara transfer ederek rasyonelleştirmeye çalışmaktadırlar. Türk İslamcıların devlete ve milliyetçiliğe evrildiğini savunanlar; Kürt İslamcılığını Kürt milliyetçiliği ve PKK terörünü onaylayacak çizgiye çekmeye çalışıyor. Kürt milliyetçileri de tıpkı Türk milliyetçileri gibi İslamı kendi ideolojilerine destek olacak biçimde yorumlamaya çalışıyor. İslamcılar yanlış düşünüyor, yanılıyor, hata yapıyor olabilir; ama kimseyi bombalamıyor. Düşünsel hata yapan gruplar ile katliam yapan bir örgüt asla karşılaştırılamaz. Tartışılması gereken bir diğer soru da şudur: İslamcıların tutarsızlıkları bombalı katliamları meşru mu kılıyor? Kürt milliyetçileri PKK terörü ile yüzleşecekleri yerde İslamcılık eleştirisi üzerinden PKK terörünü tartışma dışı tutmayı amaçlıyor. Oysa ne demokrasi konusundaki aksaklıklar ne de İslamcıların tutarsızlıkları PKK terörü karşısında susmayı gerektirmez.

Tartışılması gereken bir önemli soru da şudur: PKK terör eylemlerine ses çıkarmayan, kınamayan dahası destekleyen bir zihin devlet baskısından şikayet edebilir mi? Kürt milliyetçileri devleti, siyasal iktidarı eleştirirken, PKK’yı es geçmeleri önemli bir tutarsızlıktır. Kürt milliyetçilerinin Kürt halkının iradesini PKK iradesi sayan bir bakışı Kürtlerle terörle özdeşleştirmek gibi bir tehlikeyi içinde barındırıyor.

Kürt milliyetçileri, belediyeye ait iş makineleriyle hendek kazan, kazılan hendekleri doldurmayan bir belediye başkanının devlet baskısından bahsetmesine, AB'nin terör listesinde yer alan bir örgütün militanını kendi arabasında saklayan bir milletvekili şiddetten şikayet etmesine, "PKK'nın iradesi bizim irademizdir" diyen milletvekili teröre destek vermesine, "Hendek Kürt halkının zaferidir" diyen bir milletvekilinin terörü desteklemesine sessiz kalıyorlar,dahası onaylıyorlar.

HDP/ PKK çizgisinin olayları değerlendirirken genellikle doğru analizler içermeyen komplocu bir tavır takındıkları da gözlerden kaçmıyor. Diyarbakır saldırısını İŞİD'in kendilerine yönelik provokatif bir eylem olarak tanımlayan Sırrı Süreyya Önder, şimdi saldırıyı PKK'ya bağlı TAK örgütünün üstlenmesi konusunda sessiz. Olayları sürekli komplo teorisi üzerinden eleştirmenin en büyük eksikliği basit gerçekleri görememektir.

Doğru ya da yanlış İslamcılar, dini cemaatler, dindar muhafazakarlar Kürtler ve Türkler, Erdoğan'ın özellikle PKK ve HDP ye karşı yürüttüğü siyaseti ve mücadeleyi doğru ve meşru sayıyor. Kürt milliyetçilerinin ısrarla dillendirdiği Erdoğan'ın Kürt karşıtlığı tezi ise bir yandan Kürtler ile PKK’ yı aynı kabul eden teze dayanıyor, diğer yandan Ak Partinin iktidar olduğundan bu yana yapılan değişimler neticesinde Kürt karşıtlığı inandırıcı gelmiyor seçmene. Bu durum HDP’ni asıl sorununun adına siyaset yaptığı Kürtlerin yeterince kendilerine güvenmemeleri olduğunu gösteriyor.

Kürt milliyetçileri sürekli olarak iktidarın otoriterleştiği söylemini dillendiriyorlar ve Erdoğan’ı diktatörlükle suçluyorlar. Oysa otoriteleşme söylemi sadece iktidarlar için bir tehlike değildir. “Hangisi olursa olsun her söylem, bir otoriteye dönüştüğü zaman, ister mevcut siyasi otoriteye muhalif konumda olsun, netice olarak düşünce, bilinç ve yaratıcılık(sanat) alanlarındaki “otorite “ kavramının ve anlayışının yerleşmesine sebep olur ki, aslında bu anlayış, siyasi otoritenin anlayışından çok ama çok daha tehlikelidir.” ( Söylem ve Yorum, Nasr Hamid Ebu Zeyd,s:25). Ne yazık ki,bir muhalefet partisi olan HDP ve arkasındaki PKK çok daha otoriter bir yapılanma içindedir. Bu aktüel durum iktidarın otoriterleştiği eleştirilerini havada bırakmaktadır.

HDP milletvekillerinin ifadeye gitmemeleri sonucu ortaya çıkan durumla ilgili dile getirdikleri, "bizi maaşla mı korkutacaksınız" demeçlerinin sosyolojik hiçbir anlamı yok. HDP'nin siyasetinin gerçekliğini sorgulamayı erteleyen, duygusal bir milliyetçi yorum. Bu yorumun fanatik taraftarlarda bir karşılığı olabilir kuşkusuz. Sorun çok daha derinde ve sadece karşıdakini suçlayarak çözümlenecek düzeyde değil. Oysa HDP tam da bu noktada sivil siyasette ısrar etmeli. Öyle görülüyor ki, HDP'liler PKK'yı aşmaya değil, onun emrine girmeyi sivil siyaset zannediyor.

Tartışmaların yoğunlaştığı bu ortamda Türk ve Kürt faşizminin yaratmaya çalıştığı iklime teslim olmamak gerekir. Buradan çok ekmek yiyen kimsenin olduğunu da gözden uzak tutmamak gerekir. Gelinen noktada her parti izlediği siyaseti gözden geçirmeli ve eleştiriye açık olmalıdır. Hiçbir parti hatadan azade değildir. Fanatikler sadece karşıdakini suçlarlar. Özeleştiri ihanettir onlara göre. Dünyaya tek pencereden bakarlar ve asla yanıldıklarını kabul etmezler.

HDP/PKK ve Kürt milliyetçilerinin tutarsız davranışlarını bahane ederek yaratılmak istenen Kürt karşıtlığına karşı da uyanık ve dikkatli olunmalıdır. Terörü bir siyaset biçimi olarak benimseyen PKK'yı reddedebilir, HDP politikalarını beğenmeyebilirsiniz; buna herkesin hakkı vardır. Kürt milliyetçilerinin Kürtlerin varlığı ile PKK ve HDP'yi eşitleyen akıl dışı söylemine de karşı çıkabilirsiniz; ama Kürtlerin bu topraklardaki varlığını tartışma konusu yapamazsınız. Onlar bu toprakların en eski sakinlerindendir.

            Türk ulusalcı ve milliyetçi çevrelerince dillendirilen Çözüm sürecini olaylardan sorumlu tutan yaklaşımları da anlamlı değildir. Kuşkusuz çözüm süreci çoğu yönden eleştirilebilir. Ben o sürecin denenmesi gereken bir süreç olduğunu düşünüyorum. Çözüm süreci "devlet savaştan başka bir yol bilmiyor" anlayışına büyük bir darbe indirdi. Dikkat edilirse bu sürece en çok itiraz savaş lobisinden geldi. Sürecin başarısız olması bile büyük kazanç sağladı. Şimdi yapılan operasyonlara beklenen kitlesel itirazlar gelmiyor ise bu iktidarın yürüttüğü çözüm süreci sayesindedir. Çözüm süreci devlet çözüm istemiyor anlayışına büyük darbe indirdi. Artık o süreçten sonra PKK çok daha yüksek sesle eleştiriliyor. Diyarbakır'daki patlamayı çeşitli örgütler üstleniyor. Eskiden bu tür patlamaların arkasında hemen devlet aranırdı. Şimdi bu ihtimal akla gelmiyor. Bu bile yetersiz bile olsa belli bir aşamanın alındığını gösteriyor.

Kuşkusuz Kürt sorunu sadece PKK üzerinden anlamlandırılabilecek bir sorun değildir. İspanya da ETA, İngiltere de İRA deneyimleri etnik sorunların bölünme olmadan da belli ölçüde sonlandırılabileceğini gösteriyor. Burada devlete ve sivil siyasete büyük görev düşüyor. Son yıllarda atılan demokratik adımların yersiz bile olsa çok önemli olduğu anlaşılıyor. Hasip Kaplan'ın Kürt halkından şikâyetine neden olan budur. Hasip Kaplan’ın HDP sözcülerinin Kürtleri sokağa çağırmalarına anlamlı bir karşılık bulmamasından sonra yaptığı  "Kürdün yavşağına, iktidar uşağına, tırşıkçısına yazıklar olsun; keklik soylulara" şeklindeki değerlendirme içinde bulundukları psikolojiyi anlamaya yeter. Hasip Kaplan'ın değerlendirmesi, olayın sosyolojisini hiç anlayamamış olduğunu gösteriyor. Bu tepki aslına bakılırsa klasik ulusalcı, ittihatçı tepkidir. Kendini eleştirecek, güttükleri siyasetin yanlış olabileceğini sorgulayacağı yerde, halkı suçluyor. Türk siyasetindeki "bidon kafa" sosyolojisinin Kürt siyasetindeki karşılığıdır bu. Türkler ve Kürtler HDP’li milletvekillerinin tutuklanmasını geç kalmış bir karar olarak mı, yoksa haksız bir tasarruf olarak mı görüyor, sorusunu HDP çevrelerinin iyi değerlendirmesi gerekiyor.

Ayrıca terör örgütlerinin eylemleri arasında değerlendirme farkı bir diğer açmaza işaret etmektedir. İŞİD i eleştirip PKK’yı savunanları da tersini yapanları da anlamak mümkün değil. PKK Kürt halkının özgürlüğü için savunuluyorsa, İŞİD de Batı tarafından işgal edilen İslam topraklarını özgürleştirmeye çalıştığını söylüyor. Bu retorikler terörü haklı ve meşru kılmaya yetmez. Sempatizanları İŞİD’i Batı emperyalistleri ve yerli uşaklarına karşı, onları İslam dünyasından temizlemek için mücadele ettiklerini savunuyorlar. Benzer şekilde PKK da Kürtlerin özgürlüğü için mücadele ettiğini iddia ediyor taraftarları. Kuşkusuz örgütlerin dili benzeşir. Var olan sosyal sorunları silahlı mücadele için yeterli bir argüman olarak kullanıp meşru bir zemin elde etmek isterler. Bir örgütün özgürlük için silahlı mücadele veriyor şeklindeki dili, kullanılan aracı da meşrulaştırır.

Devlet eleştirisi, Terörü ve terörizmi, terör örgütlerini meşrulaştırıcı bir retoriğe hizmet etmemelidir. Bu yüzden terör örgütleri kökten reddedilerek, iktidar eleştirisine gidilmelidir. HDP, PKK’nın eylemleri karşısında sesiz kaldıkça,onayladıkça, sivil siyaset ile silahlı mücadele aynı anda nasıl desteklenir sorusu peşini bırakmayacaktır. PKK ve onun destekçilerinin arkasına sığınarak yapılan hiçbir demokrasi ve hukuk devleti çağrısı anlamlı değil. Kürtlerin büyük bölümü PKK’yı iyi tanıdığından belki de isyan çağrılarına karşı tepkisiz kalıyor ve susuyor. Kürt milliyetçilerinin çözüm olarak gördüğünü, onlar daha büyük sorun olarak görüyor. Diktatörlüğe karşı olduğunu söyleyenler Kürd halkını PKK ve HDP ye mahkum etmek istiyor. Bu politik düzleminde dışında kalanlara hakaret ediyor, aşağılıyor, dışlıyor.

Bu tür sorunların bir ayağı da kuşkusuz siyasal sistemlerdir. Kuşkusuz devletler hatasız değildir. Devlete sahip olanlar onu hukuksal zemine oturtmaya çalışırken, devletsiz toplumlar ne olursa olsun bir devlete sahip olmak için uğraşırlar. Devlet ve şiddet arasındaki ilişki ontolojik ve zorunlu bir ilişki midir?sorusu analiz edilmeye değer. Aslında çok daha derinde insan ile şiddet arasındaki ilişkiyi analiz etmek gerekir.  Yine de devleti hukukun içine çekmek ve denetime açık bir düzen oluşturma önemlidir.

PKK'nın ve İSİD'in yaptığı terör eylemleri birbirini aklamaz. Terör kimin yaptığına bakılarak tavır alınamaz. Teröre koşulsuz karşı çıkılmalıdır. HDP ve PKK çözüm sürecinde o kadar gönülsüzdü ki, süreci bitirmek için sürekli sinir suçlarıyla oynadı ve gereksiz bir sürü eylem yaptı. O Kadar ki, kamuoyu büyük ölçüde onları sürecin sonlandırılmasından onları sorunlu tuttu. Tutuklanmalarına karşı derin sessizlik de buradan kaynaklanıyor. Teröre karşı olduğunu söyleyen bir retoriğin arka planında bir silahlı örgüt bulunmamalıdır. Demokrasiyi, özgürlüğü, hukuk devletini savunanların arkasında muhalifleri infaz eden, kendinden farklı düşünenlere hayat hakkı tanımayan, militarist ve Stanilist bir yapılanma olmamalıdır.

Sorunu sürekli kendi dışına transfer etme sorunun çözümüne katkıda bulunmadığı gibi, sağlıklı bir iç eleştiriyi de engeller. Bizim toplumlarımız sömürülmeye neden bu kadar açıktır?" Bu sorunu çözmek için derin bir tefekkür faaliyetine ihtiyaç var. İslamcılar, milliyetçiler bu konuda derin okumalar yapmıyor, tefekkür etmiyor, slogan atıyor. Malik bin Nebi İslam dünyasının sömürgeleşmesini analiz ederken sömürge güçlerinden çok, kendi iç yapılarına vurgu yapar. Asıl sorun İslam dünyasının sömürülmeye açık bir yapıda olmasıdır. Bu sorunu analiz etmeden "kahrolsun Amerika" sloganı belki bizi rahatlatır ama sorunlarımızın çözümüne hiçbir katkısı olmaz.

Sorunların çözümünde belirleyici faktör iç sebeplerdir. İslam dünyasının en büyük sorunu son üç yüz yıldır sorun çözme yeteneğini yitirmiş olmasıdır. 



Bu yazı 1400 defa okunmuştur.

YORUMLAR

ismail
13-11-2016 02:32:00
''Adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle palaşılacağını, sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu kabul etmiş sayılırım'' diyerek fikir beyan edebileceğimiz er bir ''fikir zemini'' değildir. Sadece iktidarın onayladığı düşünceler basit birer kopyadır.rn Yazınız hakkında bir şeyler söylemek isterdim lakin gerek yok artık...

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI