erotik shop
Bugun...
Yaşadığımız Sorunların Tarihsel Kökleri


Yusuf Yavuzyılmaz Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 28-10-2016 23:32

Şurası açık ki, toplumsal ve siyasal yaşamda karşılaştığımız her olayın tarihsel kökleri vardır. Toplumsal zeminde gerçekleşen hiçbir olay kendiliğinden ortaya çıkmaz. Bölgemizde ortaya çıkan olayların da tamamının geçmişteki sorunların birikimi olduğu, onlarla şu veya bu şekilde ilintili olduğu da kesindir. Sosyal olayların başka sosyal olaylardan kaynaklanarak hayat bulduğu genel olarak kabul edilen sosyolojik bir ilkedir. Karşılaştığımız olayları iyi analiz edebilmek için, tarihsel köklerini bilmek gerekir. İbn Haldun’un dediği gibi geçmiş geleceğe suyun suya benzediği kadar benzer.

Güncel sorunların arka planındaki derinliği iyi bilmek gerekir. Yoksa güncelin sıradanlığına takılmamak mümkün değildir. Güncelin sıradanlığından kurtulmak için olayların tarihsel derinliğini iyi analiz etmek gerekir.

Bugün yaşanılan krizlerin arka planında Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı modernleşme sürecinin büyük etkisi vardır. Özellikle çok etnisiteli ve dini bir arka plana yaslanan bir toplum düzeninden, modern bir ulus yaratma siyaseti, önemli bir bölümü günümüze de yansıyan bir çok soruna da kaynaklık etmiştir.

Modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ün temsil ettiği ve merkezinde laik ve milliyetçiliğin bulunduğu ulusalcılık düşüncesinin sonraki dönemlere uzanan etkileri olmuştur. Kemalist ulusalcılık Osmanlı ve İslam geçmişinden radikal bir kopuş olarak gerçekleşmiştir. Ortaya çıkan yeni durum Cumhuriyeti kuran elit tarafından yeniden doğuş olarak tanımlanmıştır. Türkiye adeta tarihsiz olarak birdenbire ortaya çıkmıştır. Bu tutum yeni bir tarih anlayışını gerekli kılmıştır. Türk aydınlanması denen şey, Türkiye Cumhuriyetinin İslami ve Osmanlı geçmişinden kopuşu ifade eden modernleşme serüvenidir.

Türk ulusalcılığının inşa sürecinde en önemli evre olan Kemalist ulusalcılık İslam ve Osmanlı geçmişinden kesin bir kopuşu, radikal bir faklılaşmayı ifade eder. Ancak bu kopuş resmi alanda gerçekleşmesine karşın halk arasında istenildiği düzeyde karşılık bulmamıştır. Tüm uygulamalara karşın Kemalist devrimlerin halka ulaşmasını engelleyen en önemli faktör kuşkusuz din faktörüdür. Halk sorunların geçmişten devraldığı İslami miras üzerinden yürütmüştür. Bu durum Kemalist devrimlerin halka inişini engelleyen en önemli faktör olmuştur. Şerif Mardin'in deyimiyle Kemalizm, İslam'ın yerine yeni bir değerler sistemi getirememiştir. Uzun yıllar laiklik üzerinden giden tartışmanın temeli Cumhuriyetin kurucu seçkinlerinin ideolojik anlayışı ile halk arasında var olan din anlayışının uyuşmamasına dayanmaktadır.

Kuşkusuz Cumhuriyetin ilk dönemlerinin etkili ideolojisi Türkçülük olmuştur. Türkçülük entelektüel düzeyde Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp tarafından temsil edilmiştir. Yusuf Akçura'nın "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı eseri ile Ziya Gökalp'in "Türkçülüğün Esasları" ve "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adlı eserleri Türkçülüğün temel klasikleri olarak görmek gerekir.

Kemalist ulusalcılar sanıldığının aksine Ziya Gökalp'i tümüyle onaylamamıştı. Bunun nedeni Ziya Gökalp ile geçmişten radikal bir kopuşu gerçekleştirmeye çalışan Kemalistlerin Kültür konusundaki farklı anlayışlarıydı. Ziya Gökalp'in eserinde büyük değer verdiği kültür, Kemalistler tarafından çağdaş uygarlık seviyesine erişme ve ulusalcılık anlayışına engel olarak görülmüştür. Ziya Gökalp'e göre kültür ve İslam’ı yaşatma ve bunları Türklükle sentezleme yoluna gitmiştir. Oysa Atatürk ve Cumhuriyetin kurucu elitleri İslam’ın etkisini ya yok saymıştı ya da en aza indirmişti.

Ziya Gökalp ile Kemalistler arasındaki anlayış farklılığı, Türkçülüğün en önemli ideologlarından Yusuf Akçura'nın siyasi bir alternatif olarak önerdiği Türkçülük felsefesinin, Ziya Gökalp’in temsil ettiği sentezci anlayışa karşı Cumhuriyetin temel ideolojisi olmasıyla sonuçlanmıştır.  

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk, hedeflediği laik ve modern Türkiye Cumhuriyeti için Türkiye dışındaki Türkleri değil, Anadolu Türklüğünü hedeflemiştir. Bu anlayış, bütün Türkleri bir araya toplamak ve bir Türk birliğini hedefleyen Türkçülükten farklı bir anlayıştır. Kuşkusuz Atatürk’ün,Türkçülüğü sadece Anadolu ile sınırlaması, zamanın siyasal konjonktürü ile açıklanabilir. Kemalist Türk ulusalcılığı, Türkçülerin "Türk Yurdu" dergisindeki gelenekçi anlayıştan, Türk Ocakları temelinde farklı bir ulusalcılığa evrilmiştir.

Cumhuriyetin kuruluşuyla ortaya çıkan Türk ulusalcılığının en temel sorunu Halkın dini değerlere olan bağlılığıdır. Kuşkusuz pozitivist bir bilim anlayışına sahip Türk ulusalcılar, bilimin ilerledikçe dinin gerileyeceği varsayımından hareket ediyorlardı. Ancak zaman geçtikçe etkisini kaybedeceğine inanılan din,Cumhuriyet seçkinlerinin karşısına muhalefeti besleyen bir anlayış olarak dikilmiştir. Bu yüzden politik bir söylem olarak geliştirilen “irtica“ söylemi, aslında dine dayanan muhalefetin etkisini kırmak, onu yasa dışı ilan etmek amacıyla geliştirilmiş bir argümandı.

Özellikle Cumhuriyetin kuruluşu ile su yüzüne çıkan devlet ve toplum yabancılaşmasının nedeni, yerel kimliklerin meşruiyetini tanımayan devletin dışlayıcı siyasetidir. Cumhuriyetin yerel siyasal kimlikler ve din karşısındaki tutumu, onları tarihin eski çağlarından kalan, toplumu geri bırakan ve modern devlette yeri olmayan kalıntılar olarak görmesidir.

Ulusçuluk aynı zamanda bir ötekileştirme süreci olarak ortaya çıkar. Türk ulusal kimliğinin sınırları Misak-i Milli ile belirlenmiştir. Bu sınırların dışında kalanlar, öteki olarak kabul edilmiştir. Türkleştirme siyasetinin içerideki muhatapları ise şunlardır:

1-İslami geleneğe bağlı dindar Türkler,

2- Etnisite olarak Türk Olmayan Kürtler,

3-Türk ve Müslüman olmayan Musevi, Rum ve Ermeni azınlıklar.

Kuşkusuz bu kesimlere İslami temelde Türk milliyetçiliği yapanlar ile heteredoks bir İslami anlayışı temsil eden Alevileri de eklemek mümkündür.

Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte inşa edilen Türk ulusal kimliği zaman içinde iç ve dışarıdan gelen sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. İç sorunlar kuşkusuz dindarlar ve Kürtlerin kültürel ve siyasal talepleridir. Türk ulusal kimliğinin önemli bir sorunu da etnik kimlik tanımından siyasal kimlik tanımına geçememenin verdiği sıkıntıdır. Son 10 yıldır bu konuda önemli adımlar atılmışsa da istenilen düzeye gelinememiştir.

Cumhuriyetin kuruluşu ile ortaya çıkan ulus devletin Türkçü ve laik siyaseti karşısında kalan yerel kimlikler ve dini anlayışlar, bu durumla nasıl mücadele edileceği konusunda daha alt bölünmelere uğradılar. Dolayısıyla Cumhuriyet modernleşmesinin uygulamalarına karşı doğan tepkiler zaman içinde çeşitlenmiştir. Bu durum bir taraftan ideolojik bölünmelerin çoğalmasıyla sonuçlanırken, diğer yandan muhalefetin direncini de etkilemiştir.

Ulusalcılık ve ulus devlet talepleri bir taraftan karşıtını suçlarken diğer taraftan ona dönüşmek gibi bir çelişkiyi içinde barındırır. Kürt ulusalcılığı da bu çelişkiyi yaşamaktadır. Bir yandan Kürt sorununu Türkçülük temelinde oluşan modernleşme sürecine bağlarken, diğer yandan benzer bir ulusalcılığı kurtuluş ümidi olarak göstermektedir.

Aslında bugün karşılaştığımız kriz bir anlamda Kemalist ulusalcılığın, gelişen yeni dünya düzeni karşısında yükselen yeni taleplere karşılık vermemesinin yarattığı krizidir. 1980'lere kadar baskılanmış kimlikler siyasal ve kültürel taleplerle ortaya çıkmıştır. 1980’lerden sonra Kemalist ulusalcılığın baskılamaya çalıştığı dindarlık ve Kürt milliyetçiliği daha güçlü bir şekilde geriye dönmüştür. Cumhuriyetin özellikle ilk dönemlerinde Türkçülük ve laiklik politikalarıyla baskıladığı kimlikler olan Dindarlar, Aleviler ve Kürtler kendi kimlik tanımlamalarıyla geri döndüler. Bugün yaşadığımız gerilimin temelinde geri dönen kimlikler ile merkezin kimlik tanımı arasındaki gerilim yatmaktadır. Aslında Ak Parti döneminde yaşanan açılım politikaları devletin düştüğü kimlik krizine bir cevap arayışıydı.

Türkiye'de uzun yıllar merkezi oluşturan ve CHP etrafında kümelenen politik seçkinlerin yaşadığı kriz, toplumsal merkezden gelerek devleti dönüştüren Ak Parti karşısında yaşadıkları çaresizlikle ilgilidir. Yeni ve toplumsal merkezce kabul edilecek politika üretemediklerinden, her şeye karşı çıkmak gibi negatif siyasete mahkum oluyorlar. 2002 yılında başlayan Ak Parti iktidarı, sosyolojik anlamda toplumsal merkezin siyasal merkeze doğru yürüyüşüdür. Bu bir yandan toplumsal merkez ve onun politik temsilcilerinin biriktirdiği enerjiye, diğer yandan merkezi oluşturan Kemalist seçkinlerin yorgunluğuna bağlıdır.

Cumhuriyetin kimlik tasarımının Türkçülük ve toprak miti üzerine kurulması, halkın da İslami değerleri kimlik olarak benimsemesi, siyasal merkezle toplumsal merkez arasında önemli bir gerilime yol açmıştır. Türk siyasetinin ana çizgilerini de bu gerilimin tarafları oluşturdu. Bu anlamda CHP merkezin, Ak Parti ise çevrenin temsilcisi olarak siyasal alanda var oldular.

Öyle görülüyor ki, ulusalcı sol Kemalistler ile Muhafazakar dindarların Türkiye perspektifi aynı değil. CHP ile Ak Parti arasındaki görüş farklarının tamamı bu iki dünya görüşünün farklı tarih, kültür, din ve gelecek tasarımlarından kaynaklanıyor. Türk siyasetinin bu iki kaba çizgisinin "Türkiye nedir?" sorusuna verdiği cevaplar arasındaki farklar, politik farklılığında temelini oluşturmaktadır. 



Bu yazı 1810 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI