erotik shop
Bugun...


Halep’in düşüşü, savaşın sonu değil
Halep'in düşüşü, 6 yıldır devam eden Suriye savaşında yeni bir dönüm noktasını temsil ediyor, sonu değil. Bütün aktörler bu yeni dönemi gözeterek enstrümanlarını, önceliklerini ve siyasetlerini gözden geçirmeli.

facebook-paylas
Tarih: 20-12-2016 14:58
Halep’in düşüşü, savaşın sonu değil
+ -
Bu makalenin yazarı, *Galip Dalay'a göre, Halep’in düşmesi Suriye savaşını bitirmese de, netice olarak savaş muhtemelen boyut ve nitelik değiştirip yeni bir aşamaya girecek.[FOTOĞRAF: REUTERS-ARŞİV]

İddia edilenin aksine, Doğu Halep'in düşmesi sonrası Suriye savaşında sona yaklaşmış değiliz. Rusya ve Türkiye arasında hızlanan diplomasi de bu sonuca varmak için yeterli gerekçe değil. Halep'in düşüşü, 6 yıldır devam eden Suriye savaşında yeni bir dönüm noktasını temsil ediyor, sonu değil. Rusya ve Türkiye'nin iradesi Suriye'de takvimi hızlandırabilir. Ancak bu girişim muhtemelen savaşı bitirmeye yetmeyecektir. Ki tam bu noktada, Rusya'nın tam olarak ne yapmak istediğine ve Suriye'de savaşı bitirme konusunda bir niyeti olup olmadığına da vakıf değiliz.

Zaten muhalefeti destekleyen ülkelerin bu ortamda savaşın mevcut durum üzerinden bitmesini arzulamaları pek olası gözükmüyor. Suriye'de daha önce de defaatle vurgulandığı üzere, siyasal veya askerî, birbirini dışlayan iki çözüm modeli mevcut değil. Bu ikisi iç içe geçmiş çözüm modelleridir. Siyasal olan, askerî olanın üzerine inşa edilecektir. Bu ortamda, mevzubahis Astana görüşmeleri veya başka bir platformda, Rusya-Türkiye ikilisi tarafından sağlanmaya çalışılacak bir çözümün büyük oranda rejimin lehine sonuçlanacağını kestirmek güç değil. Dolayısıyla, cari şartlarda insanî dramı durdurmak için bir çatışmasızlık hali aranmalıdır, genel bir çözüm değil. Muhalefeti de tatmin edecek, Suriye'de kabul görecek ve sürdürülebilir çözüm için koşullar elverişli değil.

Suriye’nin yeniden inşası ve rejimin meşruiyetini artırma çabası

Halep’in düşmesi Suriye savaşını bitirmeyecek olsa da, bu düşüşün sonucunda savaşın boyut ve nitelik değiştirip yeni bir aşamaya girmesi kuvvetle muhtemel. Rejim, müttefiklerinin de desteğiyle bundan sonra muhalefetin elindeki bazı yeni yerleri geri almaya, elde ettiği yerlerde otoritesini konsolide etmeye ve daha fazla uluslararası meşruiyet kazanmaya çalışacaktır. Bu girişiminin bir devamı olarak, rejim, müttefiklerinin yardımıyla “Suriye’yi yeniden inşa ve imar etme” toplantıları yapmaya çalışabilir. Finansal katkı yapmasalar da Irak, Mısır, Cezayir, Çin ve benzeri ülkeler böylesi bir donörler toplantısına sembolik katkı sunabilirler. Nihayetinde, böylesi bir toplantının ana amacı, Suriye’nin yeniden inşasından ziyade rejimin uluslararası meşruiyetini arttırmak olacaktır.

Türkiye’nin Doğu Halep’ten ayrılan bazı kesimleri de Fırat Kalkanı Operasyonu’nun tahkimatına dahil edeceğini kestirmek güç değil. Buna ilaveten, kuzeye daha fazla yanaşan rejimin PYD kantonlarını taciz etmesi de daha olası gözüküyor veya bunu yapabilmek için daha fazla imkana sahip. Zaten son dönemlerde Esad rejiminden hem PYD hem de federalizm konusunda daha sert açıklamalar duyuyoruz.

 

Buna karşın, muhalefetin, elindeki yerleri korumaya çalışmanın yanı sıra gerilla savaşına daha fazla başvurmasının kuvvetle muhtemel olduğu bir döneme giriyoruz. Bu yeni dönemde muhalefetin sadece rejime değil, rejimin dış destekçilerine de bu savaşı ve rejimi desteklemenin maliyetini arttırmayı hedefleyen bir strateji izlemesi güçlü bir olasılık olarak karşımızda duruyor. Nihayetinde, rejim destekçilerinin aksine, muhalefetin kahir ekseriyeti Suriyeli olup uzun yıllar sürebilecek bir gerilla savaşını yürütebilir. Rejim, bu son zaferleri kendi kapasitesi ve askerî gücüyle kazanmadı. Rusya’nın desteğiyle Mart ayında IŞİD’den aldığı Palmira’yı IŞİD’in bu kadar baskı altında olduğu bir dönemde tekrardan IŞİD’e kaybetmesi bu durumu teyit ediyor.

Bu zaferlerin kazanılmasında asıl paye Rusya'ya, İran'a, Hizbullah'a, Şii ve diğer milislere ait. Muhalefet, bu güçlerin Suriye’de ödedikleri maliyeti arttırabilir ve Suriye’yi onlar için bir bataklığa çevirebilir. Böylesi bir denklemde Türkiye sınırına erişimin önemi muhalefet için daha da artacaktır. Yani, sınıra erişimin sağlanması muhalefet için temel bir öncelik olacaktır.

PYD üzerindeki baskı artabilir

Bu durumun PYD üzerindeki baskıyı artırması muhtemel. Türkiye’nin Doğu Halep’ten ayrılan bazı kesimleri de Fırat Kalkanı Operasyonu’nun tahkimatına dahil edeceğini kestirmek güç değil. Buna ilaveten, kuzeye daha fazla yanaşan rejimin PYD kantonlarını taciz etmesi de daha olası gözüküyor veya bunu yapabilmek için daha fazla imkana sahip. Zaten son dönemlerde Esad rejiminden hem PYD hem de federalizm konusunda daha sert açıklamalar duyuyoruz.

Suriye, Arap milliyetçiliğinin ana vatanı konumunda. Rejimin bugün Arap milliyetçiliği ile Suriye’nin toprak bütünlüğü dışında yatırım yapabileceği meşruiyet sağlayıcı başka bir ideolojisi mevcut değil. Bu da Rojava kantonları üzerinde diğer bir baskı unsuru demek. Rejimin buna yönelip yönelmeyeceğini kestirmek henüz kolay değil. Fakat böylesi bir opsiyonun Doğu Halep’in düşmesi öncesi döneme oranla bugün daha muhtemel olduğu ortada.

Buradaki kritik husus, Trump yönetiminin Suriye ve YPG konusunda nasıl bir tutum takınacağı ve Rusya’nın rejimin PYD’ye yönelik muhtemel tasarruflarına izin verip vermeyeceğiyle yakından ilintili. Tabii diğer iki önemli kıstas da rejimin Halep’ten sonra El Bab’a doğru yönelip yönelmeyeceği ve Türkiye’ye nasıl yaklaşacağı.

ABD gerçekten içe kapanacak mı?

ABD’nin yeni yönetiminde askerlerin ağırlıkta bulunması, yeni dönemde içe kapanmacı bir siyaset izleyeceği beklentisini boşa çıkarabilir. Yeni yönetimin politikalarında ABD’nin askerî kapasitesine güvenen ve meselelere askerî bir perspektiften bakan bir yaklaşımın ağırlığını görebiliriz. Suriye’yi ‘terörizm’ ve bunu da ‘askerî çözüm’ parantezine hapsetme yaklaşımı, muhtemelen Trump yönetiminin de Obama yönetiminin YPG ile kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki kurmasına yol açacak gibi duruyor. Muhalefetin rejime karşı alan kaybı ve ABD’deki karar alıcıların mevzubahis ‘terörizm’ ve özellikle de El Kaide takıntısı, Trump yönetimini IŞİD ile mücadelede PYD ile çalışmaya teşvik edecek diğer ek faktörler gibi duruyor. Dolayısıyla, Suriye’de maruz kaldığı baskının artması beklense de, PYD-YPG’nin ABD ile ilişkilerinde ve genel Suriye resmindeki konumunda dramatik bir değişim yaşanacak gibi gözükmüyor.

Türkiye ne yapabilir?

Peki Halep sonrasında Türkiye ve muhalefetin bölgesel destekçileri ne yapabilirler?

Öncelikle muhalif gruplar arasında koordinasyon ve uyum sağlanmasına daha fazla mesai harcanmalı. Halep’in düşmesinden önce muhalefetin bir araya gelip beraber çalışmasının önünde birçok engel vardı. Bu nedenle, bu yönlü girişimlerin kahir ekseriyeti başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat Halep’in düşmesinin yarattığı psikoloji, birleşme çabalarına yeni bir imkan sunabilir. Bu birleşme sağlanırsa, muhalefetin daha fazla askerî mühimmat desteğine ihtiyacı olacaktır.

Ancak ne yazık ki Türkiye, son yıllarda Suriye’de iddiaları olan bölgesel bir güçten ziyade devasa bir BM Mülteciler Yüksek Komiserliği gibi hareket etti.

Bölgesel olarak, İran’a karşı yeni bir strateji izlenmeli. Özellikle ABD’deki yeni yönetim nezdinde Rusya’dan daha çok İran’ın Suriye ve bölgedeki aktiviteleri sorunsallaştırılmalı. Uzun bir süredir Batı’da hüküm süren, İran’ı nükleer başlığa indirgeyen dar yaklaşımın terk edilmesi için aktif bir diplomasi yürütülmeli. Bölge ülkeleri açısından ana sorunun kaynağını İran’ın nükleer programından ziyade bölgesel politikaları teşkil ediyor. Bu noktada Türkiye ile İsrail’in çıkarları örtüşüyor. Türkiye, buraya da yatırım yaparak Trump yönetimi nezdinde İran’ın bilhassa Suriye ve Irak'ta olmak üzere bölgesel yayılmacılığına karşı bir diplomasi yürütmeli. Trump başta olmak üzere, yeni yönetimin İran karşıtı tutumu bu başlıkta bir mesafe alınabileceğine işaret ediyor.

İran, rejim ve Rusya’ya yekpare bir yapı muamelesi yapılmamalı. Bu aktörlerin politika ve çıkarlarının kesişme ve çatışma noktaları iyi tespit edilmeli. Bu aktörlere yaklaşımda, nüanslara daha fazla dikkat kesilen bir siyaset izlenmeli. Bu siyaset tabii ki Rusya’yı temize çıkarma siyasetine dönüşmemeli.

 

Bu noktada Türkiye, Irak ve Suriye’deki Şii milis gruplardan bazılarının terörist listesine alınması için ABD başta olmak üzere birçok platformda Körfez ülkeleriyle ortaklaşa lobi yapmalı. Ne yazık ki uzun bir süredir terörizm kavramı bir kimlik ve ideolojiye indirgendi. Sünni Arap radikal İslami gruplar rahatlıkla terörizm parantezine alınırken, diğer kimlik grupları aynı muameleye tabi tutulmadı. Bu da Şii milislerin daha pervasızca ve daha rahat hareket edebilmelerine imkan sağladı. Bunun temel gerekçelerinden biri, teröristlik kıstasının gittikçe ilgili grup veya şahısların ne yaptığından ziyade kim olduklarına, nasıl bir kimlik ve ideolojiye sahip olduklarına göre kullanılmasında yatıyor.

İran, Rusya ve Rejim yekpare bir yapı değil

Buna ilaveten, İran, rejim ve Rusya’ya yekpare bir yapı muamelesi yapılmamalı. Bu aktörlerin politika ve çıkarlarının kesişme ve çatışma noktaları iyi tespit edilmeli. Bu aktörlere yaklaşımda, nüanslara daha fazla dikkat kesilen bir siyaset izlenmeli. Bu siyaset tabii ki Rusya’yı temize çıkarma siyasetine dönüşmemeli. Türkiye’de bilinçli bir şekilde bahsetmekten kaçınılmasına rağmen, Halep’in düşmesini sağlayan birincil güç, Rusya.

Rusya, Grozni modelini Halep’te uygulayarak muhalefet ve sivil halkın iradesini kırdı. Benzer bir stratejiyi Doğu Guta, İdlib (İdlib’in Türkiye’ye sınırı olması nedeniyle Doğu Halep modelinin bire bir uygulanması olası değil fakat benzer bir sonuca yol açacak başka bir strateji pekala izlenebilir) ve başka bölgelerde sürdürmesi de kuvvetle muhtemel gözüküyor. Özellikle İdlib’te El Nusra ve Ahrar-ü Şam ağırlığı, Rusya’nın ‘terörizmle mücadele’ bahanesiyle burayı hedef almasını epey olası hale getiriyor. Bu resim ve olasılıklar akıldan çıkarılmamalı.

Rusya, Suriye’deki savaşa dahil olduğundan beri rejimin en önemli dış ve uluslararası destekçisi haline geldi. Bu durum da İran’ın alanını daralttı. Bunu dengelemek için İran, Suriye’de Şii ve diğer müzahir milis gruplar üzerinden alandaki varlığını ve etkisini tahkim etmeye hız verdi. Daha fazla Şii milis grup ile Şii nüfusa yatırım yapıyor. Bu politikanın bir yansıması ve devamı olarak İran, Suriye’de Şiiler ile Alevileri tamamıyla bir ve aynı kabul eden bir dil ve strateji izliyor. Bu yolla Suriye’deki nüfuzunu rejimin de ötesine taşıyıp daha sağlam bir zemine oturtmaya çalışıyor. Rusya’nın ise Suriye’de böyle bir opsiyonu yok. Bu nedenle, bölge ülkeleri, sadece Rusya ve İran arasındaki farklılıkları gözeten bir siyaset izlemekle yetinmeyip, aynı zamanda İran ile Arap Şii ve Alevilerini ayrı gören bir siyaset ve söylem geliştirmeli.

Ezcümle, Suriye’de savaş yeni bir evre ve döneme girerken, bütün aktörlerin bu yeni dönemi gözeterek enstrümanlarını, önceliklerini ve siyasetlerini gözden geçirmesi veya revize etmesi şart.

* Galip Dalay, Al Jazeera Studies Center (AJCS) Türkiye ve Kürt Çalışmaları Kıdemli Araştırmacısı ve Al Sharq Forum Araştırma Direktörü. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun oldu. London School of Economics and Political Science'tan (LSE) yüksek lisans derecesi aldı. Siyaset, Ekonomi ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı (SETA) Siyaset Araştırmacısı olarak görev yaptı. SWP (German Institute for International Affairs) için raporlar hazırladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde doktorasını sürdüren Dalay, 'GMF on Turkey' serisinin yazarlarından olup Huffington Post sitesinde blog kaleme alıyor.

Twitter'dan takip edin: @GalipDalay 

Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Fikir Zemini’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.




Bu haber 1967 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
YUKARI