erotik shop
Bugun...
Kürt Raporu


Abdulbari Han Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 05-08-2015 15:15

Bundan 6 yıl evvel, çözüm süreci yeni başlarken hazırlamış olduğum, bu konuda Devletin o zamanki yetkili makamlarına sunmuş olduğum raporu ve buna o zaman Sabah Gazetesinde değinen Erdal Şafak'ın yazısını paylaşmak istiyorum. 

- Giriş: Kürt Sorunu nasıl doğdu?

Birinci dünya savaşından sonra kurulan Ankara Hükümetinin  cemiyet-i Akvam da tanınması karşılığında, halifeliğin kaldırılmasını İngilizler  istemiştir. Bilindiği gibi Cemiyet-i Akvam, savaş galibi olan İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin hegemonyası altındadır. İngilizler, Halifeliğin kaldırılmasını isterken, Ankara hükümeti, bu dayatmaya “ Kürtler ayaklanır” gerekçesiyle, başlangıçta karşı çıkmaktadır. Çünkü; 6 maddelik misak i Milli antlaşması “ Osmanlı İslam çoğunluğu” esasına göre imzalanmıştır. Antlaşmada; “Türk” veya “Kürt” etnisitesine vurgu yapılmamıştır. O döneme kadar Millet kavramı; din esasına göre kurgulanmıştır. Araplar 1918 yılında mandater yönetimi kabul ettiklerine göre, “ Osmanlı İslam çoğunluğu” sadece Türkleri ve Kürtleri kapsamaktadır.

 Misak ı Milli antlaşmasının imzalandığı 1920 yılından, Lozan  ın imzalandığı güne kadar Ankara Hükümeti ile İngilizler arasında yoğun diplomatik pazarlıklar yürütülmüştür.. Sonunda Halifeliğin kaldırılma  sözü verildikten sonra Ankara hükümeti, Lozan da tanınıyor. Bunun gerçekleşmesi için de Kürt demografyası İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin  istemine uygun olarak parçalanmıştır. Bilindiği gibi o dönem Suriye Fransızların. Irak İngilizlerin mandaterliğindedir. Bu konu da geniş bilgiler, aynı zamanda Kemalist  bir mason olan Mim Kemal Öke’nin “Musul Kürdistan Sorunu” adlı kitabında genişçe yer almaktadır. Halifeliğin kaldırılması için ise; Kürdistan ın parçalanması, emperyalistlerce zorunlu görülmüştür. Çünkü;  Selahattin-i  Eyyubi’den beri, Kürt halkı, İslam’ın savunmasında ciddi bir militan güçtür. Diğer taraftan İslam’ın eğitim alt yapısı,  Kürdistan medreselerinde   saklıdır. Bu Özelliğinden dolayı, Kürdistan, bir yandan dönemin emperyal güçleri, diğer yandan  Hıristiyan ülkelerinde ciddi bir siyasi ve dini nüfuza sahip olan Vatikan ve Ortodoks kiliselerinin hedef tahtasındadır. Bu özelliğinden dolaydır ki; İslamiyetin parçalanması için, Öncelikle Kürtlerin parçalanması öngörülmüştür.

Böylelikle Musul’un İngiliz Emperyalizmine, Halep’in Fransız Emperyalizmine peşkeş çekilmesi  karşılığında, hem  Kürt coğrafyası parçalanmış ve hem de halifelik kaldırılarak,  günümüze kadar sürüp gelen Kürt isyanlarını beraberinde getirmiştir.

Nitekim 1925 isyanının lideri Şeyh Sait, istiklal mahkemesindeki savunmasında tepkisini şöyle dile getirmektedir:

“Bakınız Abdullah Cevdet adında bir soysuz, içtihat dergisinde Macaristan’dan damızlık erkek getirilerek insanlarımızın  fiziğinin düzeltilmesini öneriyor. Müslüman bir Kürt evladı olarak bu pervasızlığa seyirci kalamazdık.”

İşte o günden beri  Kürtlerin itirazı bunadır. Çünkü  Kürtler bunların yapılması ile bütün insani ve demokratik haklarının ortadan kaldırılacağını ve kısa bir süre sonra kendilerinin inkar edileceğini biliyorlardır. O günkü Türk yönetici kadrosu Kürtlerin bu feryadına kulak tıkayarak Kerkük ve Musul un İngilizlere verilmesini kabul etmiş ve emperyalizmin böl ve yönet politikasına uygun olarak Kürtlerin parçalanmasına göz yummuştur.

                                                

-2-

Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur; hilafetin kaldırılması ile Kürtler ve Türkler arasındaki “ İslam” bağı koparılmış,  Selçuklular ve Osmanlılar döneminden beri bir bütün halinde varlıklarını barış içinde bir arada sürdüren bu iki halk, birbirlerine yabancı kılınarak taraflardan biri “ezen” diğeri “ezilen “ konumuna sokulmuştur. Kanımızca; günümüze kadar tedavisi kangreleşmiş Kürt meselesinin asıl nedeni budur.

Nitekim; Her koldan statükoperestin bir tehdit olarak sık sık öne sürdükleri “ irtica ve bölücülük” sözcüklerinin birlikte kullanılması, bu tarihsel garabetten kaynaklanıyor.

İşte Kürtlerin cumhuriyete olan itirazı bu noktada başlamakta ve bu güne kadar zaman zaman ivme kazanarak devam eden onlarca Kürt isyanlarının çıkmasını beraberinde getirmiştir.

Tamamı İslam olan Kürt ve Türk halkının cumhuriyete olan itirazı; hilafetin kaldırılması ile birlikte başlamıştır. Çünkü ; “ millet” kavramı, anlam değiştirmiş, Kürtler ile Türkler arasındaki bağ; Kürtlerin iradesi hilafına bozulmuştur. Bu tarihsel yabancılaştırmaya tepki olarak, Ülkenin birçok bölgesinde direnişler baş göstermiştir. Bu direnişler kanla bastırılırken. Hemen ardından Türkiye deki İslami muhalefet de sindirilmiştir. İstiklal Mahkemelerindeki uygulamalar, 28 Şubat ve (E) muhtırası  bunun bariz örnekleridir. Bu nokta da Müslüman Türk ve Kürt halkının itirazları ve istekleri örtüştüğü için devlet bölücü-irtica sözcüklerini birlikte kullanmaya başlamıştır.

Burada karlı olan kimdir? Tabi ki İngilizlerdir, çünkü hem hilafeti kaldırarak Türkler ve Kürtler arasındaki nifakın tohumlarını atmış ve hemde Kürtleri parçalayarak haçlı seferinden bu tarafa Kürtler karşı olan hıncını yerine getirmiştir.

İngilizlerin bu oyununu bozmak için, bence Kürtler ve Türkler devlete karşı olan bu itirazlarından haklıdırlar. Çünkü her iki halkın birlikteliğini sağlayan yegâne unsur dindir. Eğer, sizde bu din unsurunu ortadan kaldırırsanız ve bunun yerine halkların birbirine tahakkümünü ve inkarını sağlayan bir sistemi yerleştirirseniz, ne Türkleri ve Kürtleri kaynaştırırsınız ve nede isyanların ve itirazların önüne geçersiniz. Eğer bu güne kadar hala Kürtler ve Türkler ciddi bir problem yaşamamışlarsa her iki halkın fertlerinin büyük çoğunluğu Müslüman olduğu içindir. Bu güne kadar bu dinin yüzü suyu hürmetine bu iki halk birbirini boğazlamamakta ve birbirine saygılı davranmaktadır. Her ne kadar Kürtlerin haklı talepleri karşısında devletin batıdaki ırkçı kışkırtmaları zaman zaman bu saygı halkalarına zarar veriyorsa da Türk ve Kürt birlikteliğinin hala ciddi emareleri devam etmektedir.

 Şayet bu iki halk, İngiliz oyunu ve devletin uygulamaları doğrultusunda hareket etmiş olsaydı ve sadece devletin Diyarbakır cezaevinde uyguladığı vahşeti göz önünde bulundursaydı bugün bu iki halk bir arada olmazdı.

İşte devletin hem kendi Müslüman Türk halkına ve hemde yeryüzünde yaşayan bütün Kürtlere düşmanca bir tavır sergilediğini gören Kürt halkı, hedefine Türk milletini  değil de kendisini inkar ve imhaya çalışan Türk devlet yönetim sistemini koymuştur. Şayet devlet bu inadından ısrar ederse ve Kürt halkının bütün demokratik ve insani haklarını gasp etmeye devam ederse artık bu iki halkı bir arada tutan din unsuru da bu birlikteliğe yetmeyecektir.

 

                                                 -3-

Dolayısıyla Türkiye’nin orta doğudaki onlarca devlete sahip,  Arap halkının konumuna düşme tehlikesi vardır.       

Bu gün Türkiye’de Kürt meselesi orta yerde durmaktadır. PKK ise bu meselenin bir parçasıdır. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel in deyimiyle ‘PKK Cumhuriyet dönemindeki 29 Kürt isyanlarından sadece bir tanesidir’ demektedir. Bu nedenle devlet Kürt meselesini insani açıdan demokratik bir şekilde çözdüğü vakit PKK sorunu da kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Fakat devlet Kürt meselesini bir PKK sorunu olarak görüyorsa yanlış yapacaktır. Çünkü Kürt meselesi bir PKK sorunu değildir. PKK Kürt meselesinin bir  sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Kürt meselesini çözmeden istediğiniz kadar PKK’nın  kökünü kazıyacağınızı söyleyin, bu meseleyi ortadan kaldıramazsınız. Kürt meselesi ortada durduğu müddetçe istediğiniz kadar PKK’yı ortadan kaldırın bir müddet sonra bu PKK’nın yerine daha radikal başka bir Kürt örgütü ortaya çıkacaktır.

Öyle ise yapılacak tek bir şey vardır. O da, Kürt meselesini, barışçı ve demokratik yollarla çözmektir. Fakat Kürt meselesi yalnız Abdullah Öcalan ve PKK ile görüşmek suretiyle çözülemez. Çünkü Öcalan 1999 dan beri devlet tarafından teslim alınmıştır. Onun söylediği hiç bir şey Kürt halkını bağlayamaz. Sadece kendini ve örgütünü bağlar. Abdullah Öcalan yakalandığı gün devletin hizmetine hazır olduğunu belirtmiştir. Bu da onun can havlı ile kendini kurtarma peşinde olduğunu göstermektedir.

PKK hareketinin başladığı 1984 yılından bu güne kadar, 40 bin Kürt insanı ölmüş, 17 bin insan faili meçhul cinayete kurban gitmiş, 4 bin Kürt köyü  boşaltılarak insanlar şehir varoşlarında yaşamaya başlamıştır. Bu insanlar  çöplüklerden ekmek kırıntılarını toplamak suretiyle karınlarını doyurmaya maruz bırakılmışlardır. Herhalde bütün bunlar Abdullah Öcalan’ın demokratik cumhuriyeti uğruna yapılmamıştır. O nedenle Kürtler APO’ ya ve onun çözüm önerilerine inanmamaktadırlar.

Kürt meselesinin  sağlıklı  çözümü için, devlet yöneticileri  şiddete bulaşmamış Hak –Par,  Kadep gibi Kürt partileri ile Tev-Kürd, Kürd-Der, bölgedeki barolar, Ticaret ve sanayi odaları gibi sivil toplum örgütleri ile Abdulmelik Fırat, İbrahim Güçlü, Mümtaz Kotan, Recep Maraşlı, Ruşen Aslan, Tarık Ziya Ekinci, Kemal Burkay, Ömer Özmen, Bayram Ayaz, Musa Kaval vb. önemli Kürt şahsiyetler ile görüşmelidir. Bunlar dururken Kürt meselesini yalnız Abdullah Öcalan ile çözmeye kalkışmak, sorunun çözümünde yeterli olmayacaktır.

 Özellikle son dönemlerde. Medyanın gündeme dayattığı, DTP ve Öcalan ile çözüm çabaları, bir eksikliği ve yanlışı ifade etmektedir. Çünkü; DTP li yöneticilerin hiçbirisi özgür iradeye sahip değildir. İmralı adasından gelen talimatlarla tavır koyabilmektedirler. Oysa; İmralı, zaten Genel Kurmay’ın denetimindedir. Kanımızca. Genel kurmay yetkilileri, istedikleri kararı  Abdullah Öcalan a aldırma kudretine sahiptirler.  Kürt meselesi çözülürken halkın sosyolojik yapısı. Ulusal ve kültürel talepleri hilafına aldatıcı ve palyatif politikalardan kaçınılmalıdır. Çözüm dışına itilmek istenen Kürt siyasi

 

                                                      -4-

aktörleri bu aldatıcı politikalara itibar etmeyecek ve gelecekte tekrardan meselenin başka bir boyutta ortaya çıkmasına yol açacaklardır.

O nedenle Devlet her şeyden önce bu güne kadar  şiddete  bulaşmamış olan Kürt siyasi partileri, sivil toplum örgütleri ve Kürt şahsiyetleri ile görüşmelidir. Abdullah Öcalan ve DTP, bu görüşmelerde bir bileşen olarak değerlendirilmeli ve önerileri alınmalıdır. Şu bir gerçektir;  DTP Öcalan’a bağlıdır ve  Öcalan‘ın dışında herhangi bir irade ortaya koyamamaktadır. Şu anda Öcalan da Devletin en has adamı olduğuna göre bu ilişki bölgede aklı başında her Kürt aydını tarafından dile getirilmektedir. Dolayısıyla Kürt çevrelerinde Devletin Apo ya ve onun söylemlerine medya aracılığı ile örtülü destek verdiği kanısı hakimdir. DTP Milletvekillerinin  her gün Televizyonlar ve Gazeteler vasıtasıyla kamuoyuna mesaj vermeleri bu ilişkinin bir parçasıdır. Eğer durum bu çevrelerin  düşündüğü gibi ise bu mesele çözümlenmeden orta yerde kalacak ve sadece üstü Apo örtüsü ile kapatılacaktır. Buda bilinçli olarak Apo ve DTP dışındaki Kürt politik aktörlerinin Devlet tarafından siyaset dışı bırakılması demektir. Bunu Kürtlerin kabul etmesi mümkün değildir. 

Bu gün çeyrek yüzyıldır Türkiye deki çatışma; Türk Ordusu ile PKK arasında cereyan etmektedir. Her ne hikmetse, bu iki güç de üniter devlete saygılı olduklarını belirtmektedirler. Durum bu olunca o zaman 25 yıldır sürüp gelen bu çatışmaların sebebi nedir? Demek ki bu savaş danışıklı bir düğüştür ve tek merkezden idare edilmektedir. İşte bunun adı Ergenekon dur. Bu konuda araştırmacı yazar Ömer Özmen in ilişikteki makalesi nin okunmasında yarar vardır.

APO, her hafta düzenli bir şekilde avukatlarıyla görüşmekte ve kamuoyuna mesaj verebilmektedir. Cezaevine giren veya Ceza evini ziyaret eden her insan biliyor ki, içeriye bir satır yazı götürmek veya içeriden bir kelime yazı çıkartmak mümkün değildir. O zaman Apo’nun bu açıklamaları, genel Kurmay Başkanlığı ile ortaklaşa olarak önceden hazırlayıp kamuoyuna avukatlar aracılığı ile iletildiği anlaşılmaktadır. Böylece Kamuoyu Apo ya hazırlatılmakta ve Genel Kurmay güdümlü devlet politikası, Kürt meselesinin çözüm yöntemiymiş gibi Apo vasıtasıyla Kürtlere dayatılmakta ve kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. PKK dışındaki Kürtler, bu oyunun farkında oldukları için, Kürtlerin menfaatine olmayan bu çözüm yöntemine yanaşmayacaklardır.

Eğer sorun Kürt meselesi ise, Kürt siyasi aktörleri tartışma sürecine mutlaka dahil edilmelidirler. Yok eğer sorun PKK ve terör sorunu ise, İmralı adasında Genel Kurmay başkanlığının denetiminde bulunan Öcalan ile çözüm yoluna gidilmelidir.

Bilindiği gibi başta Apo olmak üzere PKK nin Kandil dağındaki yönetici kadrosu, Stalinist bir kliktir. Apo ve Duran Kalkan hariç hepsi  alevi kökenli Stalinist Kürtlerdir. Bunlar Genel Kurmay içerisine sızmış bir grupla temas halindedirler. Bunların İlişkileri, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük ve Mihri Belli gibi eski MDD ( Milli Demokratik Devrimciler) tarafından organize edilmektedir. 

 

-5-

 Bu ilişki deşifre edildiği müddetçe, çatışmalı ortam normalleşecek ve PKK savaşamayacak duruma gelecektir. Bu nedenle Ergenekon un PKK ile olan ilişkileri açığa çıkarılmadan Ergenekon u çözmek mümkün olmayacaktır. Bu ilişki gizlendiği müddetçe Türkiye’nin şeffaflaşması da mümkün değil. Bu nedenle Ergenekon davası, Fırat’ın doğusuna kaydırılmalı ve bağlantıları ortaya çıkarılmalıdır.

Burada dikkat edilmesi gereken bir durum vardır. Bir kısım medya çevreleri ve bazı gruplar hem İslami muhalefeti etkisizleştirmek ve hem de PKK bağlantısını ortaya çıkarmamak için Ergenekon un üstünü örtme çabası içerisindedirler.  Halbuki Türkiye de Ergenekon un üzerine gidildiği günden beri savaşın lojistik ikmal  ve iaşe desteği kesildiği için PKK ateşkes ilan etmiştir.  Bu noktada çatışmalardan olumsuz etkilenen halkın devlete olan güveni de artmıştır.  Dolayısıyla Ergenekon un üstüne gidildiği müddetçe çatışma ortamı son bulmakta ve İslami muhalefetin devletle kaynaşması mümkün hale gelmektedir. Buda gösteriyor ki, Ergenekon un Kürt ayağı mutlaka deşifre edilmeli, dava Fırat’ın doğusuna taşınmalıdır. Aksi takdirde çatışma devam eder ve Türkiye’nin şeffaflaşması mümkün olmaz.

Tekrar konumuza dönersek devletin Kürtlere vereceği demokratik ve insani haklar, PKK ve yandaşları için değil , Kürt kökenli vatandaşlar için olmalı ve bu özellikle belirtilmelidir.

PKK ve Ordu savaşan iki taraftır. Hiçbir zaman savaşın rantından beslenenler barış istemezler. Çünkü bunlar varlıklarını ve meşruiyetlerini savaşarak muhafaza ederler. Bunun en bariz örneği Apo 1999 da Türkiye de ki birliklerini yurt dışına çıkarmak isterken bir genelkurmay yetkilisi kendisinden 500 kişilik bir grubun yurt içinde kalmasını istemiştir. Bu nedenle savaştan rant elde eden taraflar değil, savaş mağduru olan insanlar ve gruplar  ancak çözüm için alternatif sunabilirler. Bu da ancak savaş dışındaki Kürt ve Türk siyasi kadroları  vasıtasıyla mümkün olmaktadır. Fakat Kürt meselesi PKK ve Öcalan la çözülecekse devlet dolaylıda olsa bunlarla görüşmeli ve önerilerini almalıdır. Devletin şimdiye kadar bunu yapmamış olması düşünülemez. Zaten APO’nun açıklayacağı yol haritası da muhtemelen devletin bilgisi dahilindedir.

Kürtlerin Türkiye den bir toprak talebi olmadığına göre öyleyse bugün Türkiye de yaşayan Kürtler ne istiyor sorusuna net bir şekilde cevap vermemiz gerekmektedir.

Buna  göre Kürt meselesinin çözümünde somut talepler şunlardır:

1- Kürtler her şeyden önce kendi toprakları üzerinde özgürce yaşamak istiyorlar.  Kendi toprakları üzerinde zulme uğramak, baskı görmek, horlanmak, itilip kakılmak istemiyorlar. En önemlisi resmi ideolojiden kurtulmak istiyorlar.

 2- Kürtler kendi toprakları üzerinde her özgür halkın yapmak istediklerini yapmak istiyorlar. Yani kendi dilleri ile konuşmak, yazmak, okumak ve dinlemek istiyorlar.

3- Kürtler kendi toprakları üzerinde, devletin vesayetli dayatmaları dışında kendilerinin özgür iradeleriyle saptadıkları somut taleplerinin yerine getirilmesini istiyorlar.

                                                

-6-

4- Türkiye de devlet denildiği vakit her kes generallerin apoletlerine bakmaktadır. Bu nedenle askerlerin siyaset üzerindeki vesayeti mutlaka kaldırılmalıdır. Bu yapılırsa devlet içindeki unsurların ve güvenlik kuvvetlerinin terör örgütleri ile olan ilişkilerini araştırmak ve ortaya çıkartmak daha kolaylaşacaktır.

5- Bugün Kürtlerin talebi geç kalmış bir milliyetçilik istemidir. Yani zamanında gerçekleştirilmemiş bir milliyetçiliğin ortaya çıkmasıdır. Bu şu anlama gelmektedir;  Bugün Kürtlerin istemi, Osmanlı imparatorluğunun  son zamanlarında diğer halkların Osmanlılardan istedikleri ve savaşarak elde ettikleri ve ayrıldıkları dönemi anımsatmaktadır. Yalnız burada bir fark vardır. Kürtler ayrılarak değil birlikte yaşama şartlarını oluşturarak demokratik ve insanı haklarının karşılanmasını  istiyorlar.

6- Yavuz Sultan Selim kendi döneminde danışmanı olan  İdris-i Bitlisi aracılığı ile Kürtlere beylikler verdirmişti ve otonomi tanımıştı. Bu durum 19.yüzyıla   kadar sürdü. Daha özgürlükçü olduğunu iddia eden cumhuriyet bu beylikleri ortadan kaldırdı. Kürt ve Türk ittifakı ile kurulan devlet bu cumhuriyet döneminde Kürtleri yok saymaya başladı. 86 yıllık baskı ve şiddet böylece kendi karşıtını doğurdu. Bugün Kürtler Yavuz Sultan Selim döneminde kendilerine tanınan fakat cumhuriyet döneminde kaldırılan statünün kendilerine verilmesini itiyorlar.

7- Kürtler, Türk devletinin Kıbrıs’taki Türk soydaşlarına hangi demokratik ve insanı hakların verilmesini istiyorlarsa kendilerine de o hakların verilmesini istiyorlar.

8- Kürtler, kuzey ıraktaki Şii Türkmenlere bu bölgedeki federe Kürt devletinin verdiği demokratik ve insani haklar kadar Türkiye’nin de bu hakları kendilerine vermesini istiyorlar. Bilindiği gibi kuzey ıraktaki federe Kürt devleti içerisinde yaşayan Türkmenlerin bayrakları ve üniversiteleri de dâhil olmak üzere bütün demokratik ve insani hakları bulunmaktadır. 5 yıllık bir federe devlet bu hakları kendisiyle birlikte yaşayan Türkmenlere tanıyorsa daha laik olduğunu iddia eden 86 yıllık cumhuriyet neden bunları Kürt vatandaşlarına vermesin?

9- Türkiye yıllardır Avrupa birliğine girmek istemektedir. Oysa Avrupa birliğine dahil ülkelerin büyük çoğunluğu federatif sistemle idare edilmektedir. Şayet Türkiye de federasyon Kürtler için nihai bir çözüm oluşturacaksa bunun mutlaka tartışılması gerekir. Bu tartışılırsa sorunun önündeki engeller de kaldırılmış olur ve halk neyi istiyorsa ona göre karar verilir. Mademki kurtuluş savaşını Kürtler ve Türkler birlikte verdiler ve bu devleti birlikte kurdular öyleyse neden sorunlarını birlikte çözüme kavuşturmasınlar?

10- Kürtler, Batı Trakya, Kıbrıs ve Orta Asya da yaşayan Türklere gösterilen ilgi ve sempatinin aynısını Suriye, İran ve Irakta yaşayan Kürtlere de gösterilmesini istiyorlar.  

11-Kürtler, Türkiye’nin Kuzey Irak’a operasyonlar düzenlemesini ve burada yaşayan halkın zarar görmesini istemiyorlar.

 

                                                 -7-    

12- Kürtler, devlet sınırları içerisinde eşit yurttaşlık temelinde kendilerine verilecek demokratik ve insani haklarının anayasal güvence altına alınmasını istiyorlar.

13- Kürtler, tarihten gelen dini, kültürel, ulusal ve geleneksel sembol ve nişanelerine saygı gösterilmesini istiyorlar.

14- Kürtler, aralarında simbiyotik ilişki bulunan PKK, Özel Kuvvetler Komutanlığı ve Bölgedeki Korucular gibi militer ve paramilliter örgütlenmelerin  derhal lağv edilmesini istiyorlar.

15- Kürtler,  Anayasa ve siyasi partiler yasasında değişiklik yapılarak  şiddet içermeyen her türlü görüşü savunan siyasi partilerin serbestçe kurulmasını ve bu partilerin hazine yardımından yararlandırılmasını istiyorlar.

16- Kürtler, Tevhidi Tedrisat yasası değiştirilerek Kürtçe Eğitimin önündeki her türlü engelin kaldırılmasını istiyorlar.

17- Kürtler, bölgenin iktisadi kalkınması için bölgedeki hammadde kaynaklarına uygun olarak gerekli sınai yatırımların yapılmasını ve yeni istihdam alanlarını açılmasını istiyorlar.

18- Kürtler, 25 yıllık savaş süresince, tahrip edilen ve boşaltılan yerleşim yerlerinin onarılmasını, mağdurlara gerekli savaş tazminatlarının verilmesini ve  göç eden vatandaşların yerlerine geri dönmelerinin sağlanmasını istiyorlar.

Sonuç olarak;

 Kürt meselesinin çözümünde AK Partinin attığı adımlar devrim niteliğindedir. Bunlar bölgede takdirle ve hayranlıkla izlenmektedir. Halbuki Kürt meselesi, Ak Parti iktidarı ile başlamadı. 86 yıldır bu mesele vardır ve devam etmektedir. 6 yıllık AK Parti iktidarı, yıllardır kangren haline gelmiş bu meseleyi çözmek için önüne bir program koymuşsa, bu programa aklı başında her insanın destek vermesi şarttır. Fakat statükocu devlet anlayışına sahip parti ve gruplar buna  direnmektedirler.

Kürt halkı artık bunları tanımaya başlamıştır. Bu nedenledir ki,  Kürt halkı, her dönemde istikrara, huzura ve barışa oy vermiştir. Haksızlığa ve zulme uğrayan partilerin ve kişilerin yanında yer almıştır. Ak Partiye ve Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’e bu nedenle ilgi duymaktadırlar. Statükoculuğu benimseyen ve askerlere sırtını dayayan partilerden ise daima uzak durmuştur. CHP ve MHP ye mesafeli durmaları bu yüzdendir. Bu demektir ki Kürt halkı kendisi ile kavgalı olan partilere değil kendisine hamilik yapan, yakınlık gösteren ve kendisini tanıyan partilere ilgi duymaktadır. Kürtlerle kavgalı olan partiler ise hem bölgede ve hem de Türkiye de hep kaybetmişlerdir. Bu nedenle siyasiler cesaretle risk almalı ve Kürt meselesini çözme konusunda halkı ikna etmelidirler. Bu gün Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ve Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL ün yaptığı çalışmalar ve açılımlar bu meyandadır. Ülkeyi demokratikleştirme adına atılan devrim niteliğindeki bu adımlar mutlaka neticelendirilmelidir. Kim ne derse desin bugün yapılanlar ülkenin geleceği ve insanlarımızın refahı açısından hayatı öneme haiz olan çözümlerdir. Çözümsüzlüğü dayatanlar ülkenin geleceğini düşünmeyen sadece günü birlik politika yapan ve halkın istemlerine kulak tıkayanlardır. Hem Türk hem de Kürt halkı bunlara itibar etmeyecektir.

                                               

-8-

Bu nedenle Türkiye de insanların bir daha dağa çıkmaması için temel hak ve hürriyetlerde büyük bir iyileştirme yapmak gerekir. Bu noktada Kürtlerin

bütün demokratik ve insani haklarının tanınması ve anayasal güvence altına alınması lazımdır.

Bu kapsamda Türkiye’de terörün nedeni ve çözüm yolları üzerinde çok kapsamlı bir araştırma yapmak, her kesimin görüş ve önerilerini almak gerekir. Bu konuda, başta bilim adamları, din adamları, sivil toplum kuruluşları, devletin yetkili organları, bakanlıklar, üniversiteler (özellikle hukuk, siyasal ve ilahiyat fakülteleri) olmak özere her kes görüş ve önerilerini ortaya koymalıdır. Bunun sonucunda ortak çözüm üzerinde anlaşma sağlanmalıdır.    

 Bunun adı toplumsal mutabakattır. Bu mutabakatı oluşturmak için kamuoyunun hassasiyetlerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bunun için halk çoğunluğunun ikna edilmesi lazımdır. Liderlik vizyonu olan insan halkını ikna eder. Bugün Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL ve Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ın yaptığı çalışmalar bu türdendir.  

Bütün bunlar yapıldıktan sonra ülkeyi rahatlatmak adına bir genel af ilan edilmelidir. Yalnız toplum vicdanını  yaralayan Ergenekon eylemleri  ile insanlığa karşı işlenen suçlar af kapsamı dışında bırakılmalıdır.

Netice olarak;

Türkler ve Kürtler, birbirlerini kırmadan ve incitmeden her şeyi konuşabilmelidirler. Eğer bu çözüm APO ile olacaksa, Onunla konuşmanın hiçbir sakıncası bulunmamaktadır.

Kürt meselesini çözmek için sadece uluslar arası referansları göz önünde bulundurmak yeterlidir. Zaten söz konusu uluslar arası antlaşmaların hemen hemen hepsinin altında Türkiye Cumhuriyetinin imzası vardır. Yapılacak tek şey, devletin bu imzalarına sahip çıkmasıdır.

Kürt ve Türk halkının eşit yurttaşlık temelinde birlikteliğinin sağlanması ve devam etmesi dileği ile iş bu raporu yüce takdirlerinize arz ederim.

                                                

                          10.08.2009

 

                                                                                      

DAĞITIM ;                                                                    Abdulbari Han

1- Cumhurbaşkanlığına                                          Muş / Varto eski Belediye Bşk.                  

2-TBMM Başkanlığına                                                                  ve

3-Başbakanlığa                                               2006-2008 dönemi AK Parti ilçe Bşk.

4- Bakanlar Kurulu Üyelerine                           

5- AKP Parti Genel Merkezine

6- AK Parti Milletvekillerine                                                                                                    

  ***

NOT: Bu raporla ilgili Erdal Şafak'ın 21 Ağustos 2009'da Sabah gazetesinde yazdığı yazıyı şu linkten okuyabilirsiniz.

http://www.sabah.com.tr/yazarlar/safak/2009/08/21/kurtler_neler_istiyor_4



Bu yazı 1705 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI