Ak Parti iktidarları, 2002 ile 2016 tarihleri arasında ana hatlarıyla ülkedeki demokratik standartları yükselten, ülkeye ifade özgürlüğü alanı başta olmak üzere ciddi demokratik kazanımlar sağlayarak başta dindar muhafazakârlar ve özelde Kürtler üzerindeki baskı, inkar ve dışlama politikalarını kaldırarak, o güne kadar sistemden dışlanan kesimlere soluk aldırdı.
Türk siyaset tarihine adım atar atmaz, Türkiye’nin öteden beri biriken sorunlarını doğru okuyarak, doğru teşhis ederek, doğru tanımlayarak ve doğru bir paradigmayla ele alarak aşağı yukarı bütün farklı toplumsal kesimlerden destek aldı. Bu destekle eski Türkiye diye tabir edilen vesayetçi yapılara karşı toplumun sivil ve demokratik iradesinin sözcüsü oldu. Önüne çıkan bütün engelleri bu özgürlükçü, yenilikçi ve kararlı duruşuyla aşmayı başardı.
2010 Anayasa referandumundan sonra merkeze daha fazla hakim olmaya başladı. Merkeze yerleştikçe ilk çıkışındaki sosyolojik tabandan ve bu tabanın bir bölümünün beklenti ve özlemlerinden biraz soyutlanıp statükocu ve otoriter bir kimliğe evrimle işaretleri vermeye başladı. Tam da bu esnada Arap baharıyla başlayan yeni bir değişim dalgası ortadoğuyu ve baskıcı statükocu rejimleri sarstı. Tunus, Libya ve Mısır’da diktatörler yıkıldı. Fakat Suriye’de aynısı olmadı; burada küresel güç odaklarının ve uluslararası aktörlerin çatışan stratejik hesapları bir diktatör olan Esed’in kalmasını sağladı.
Suriye iç savaşı başta olmak üzere dış gelişmelerle birlikte devlet içindeki farklı aktörlerin çıkar çatışmaları başladı. Akparti iktidarı bir yandan bu çatışmalardan etkilenirken diğer yandan otoriterleşme politikalarına karşı dinamik bazı toplumsal kesimlerin itirazlarının somutlaştığı gezi eylemlerinin muhatabı oldu. Gezi eylemleri çıkışı bakımından haklı sebeplere dayansa da bir süre sonra masum taleplerin ötesine taştı ve sert bir şekilde bastırıldı.
Sonrasındaki yıllar, 2013-2005 yılları arasında cumhuriyet tarihinin en önemli projesi olan çözüm sürecini başlatıldı. Çözüm süreci, Kürt meselesini çözme babından değerli bir fırsattı ama yöntem bakımından hatalar yapıldı. PKK’yı ayrı, Kürt meselesini ayrı değerlendirmek gerekirken, Kürt meselesi adeta PKK ve HDP’nin insiyatifine terk etme, çözümde onları muhatap alma anlayışı ters tepti.
Kobani olaylarıyla birlikte çözüm sürecindeki olumlu havaya karamsarlık ve güvensizlik gölgesi düştü. Olaylardan sonra Türkiye’de çözüm karşıtı kesimlerin eli güçlendi. HDP ise aldığı yüksek miktardaki oylarla Akparti karşıtı bir pozisyona geçince 7 Haziran seçimleri sonrası süreç bir krize dönüştü.
Tüm bu süreçler yaşanırken devlet içinde etkili bir güç olan Feto, çözüm karşıtı bir konumda yer aldı. Erdoğansız bir Akparti için uğraştı. Erdoğan, 17-25 Aralık’tan sonra feto ile mücadele startı vermişti. 2014’te Cumhurbaşkanı seçilirken çözüm süreci devam ediyordu ve fetö karşı adayı desteklediği halde Erdoğan yüksek miktarda oy almıştı. Oyların yüzde 58’ni alarak CB seçildi. Sonrasında merkeze hakim oldukça otoriter ve popülist milliyetçi söylemleri sıklıkla kullanmaya başladı. 7 Haziran seçimlerinde Kürtlerin Akparti’den uzaklaşmasının en büyük nedenlerinden biri buydu.
7 Haziran seçimlerinden sonra Akparti salt çoğunluğu sağlayamadı ve diğer partilerle de uzlaşı sağlanmayınca hükümet kurulamadı. O kritik süreçlerde dönemin başbakanı, bugünkü Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, siyasi kriz ortamında ülkeyi doğru yönetti.
PKK, öncesinde çözüm sürecini istismar ederek şehirlere yerleşmiş ve kamu otoritesini sarsmıştı. 2015 yaz aylarında Hükümetin başlattığı operasyonlarla PKK şehirlerden çıkarılarak kamu güvenliği tesis edildi. Fakat, HDP ile müzakere kapısı tamamen kapatılmamıştı. HDP, şiddet karşısında kararlı ve net bir tutum alamadı ve müzakere sürecinde siyaset üretemedi.
1 Kasım 2015 seçimlerinde tekrar edilen seçimlerde HDP oyları 2,5 puan düştü. MHP’nin de birkaç puan düşünce Ak Parti tek başın yeniden iktidar oldu. Tarihin en yüksek oyunu, % 49, 3 ile Ahmet Davutoğlu zamanında ulaştı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, halkın istikrarsız bir ülke istememesiydi. Yani halk kamu güvenliğini sağlayan, özgürlük-güvenlik denklemini yeniden doğru kuran Akparti’ye yönelmişti.
Ne var ki, 2016 yılına girildiğinde Ankara dehlizlerinde dönen bazı oyunlarla ülkenin bu istikrarlı ve ekonomik açıdan da iyi bir seviyede olan durumu zor bir dönemece sokuldu. Seçilmiş son başbakan Ahmet Davutoğlu, Mayıs 2016’da bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan eliyle görevden azledildi. Yeni bir kabine kuruldu. Fiili Başkanlık sisteminin meşru olmadığını iddia eden muhalefet vardı. Bu iklimden cesaret alan FETO 15 Temmuz darbe girişiminde bulundu. Halk sokaklara döküldü ve darbe girişimi başarısız oldu.
Akparti 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başka bir kimliğe evirildi.
Toparlarsak… Mit tırları ve Gezi provokasyonu ile başlayan, 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları adı altında iktidarı devirme teşebbüsü ile ayyuka çıkan, nihayetinde 15 Temmuz 2016'da askeri kalkışma (darbe) süreci ister istemez Erdoğan liderliğindeki Akparti hareketini sarstı. Esasında 15 Temmuz darbe teşebbüsü karşısında milli sivil iradeden yana tavır alan millet, demokratik standartların geriye sarmasını beklemiyordu. Zaten darbe karşısı yüksek hassasiyetin nedeni de buydu.
Ne var ki, sonrasında başta Feto ile mücadele olmak üzere, terörle mücadele sürecinde ciddi hatalar yapıldı. Halk, o konjonktürde büyük oranda güvenlik eksenli politikaları anlıyor ve destekliyordu. Fakat güvenlik-özgürlük denkleminin güvenlik lehine aşırı derecede bozulacağına ihtimal vermiyordu; bunu beklemiyordu da...
Nihayetinde, ağır güvenlik merkezli politikalar, toplumda terör örgütleriyle ilişkisi olmayanları kapsayarak ciddi mağduriyetlerin yaşanmasına neden oldu.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi vaadinde, ekonomik olarak ülkeyi daha müreffeh bir seviyeye taşıma hedefi vardı ama maalesef daha kötü bir seviyeye gerilemiş durumda. Güvenlik merkezli politikalarla birlikte ülkedeki iklim değişti. Korku ve baskı egemen hale gelmeye başladı. İfade özgürlüğü başta olmak üzere, birçok temek vatandaşlık hakkı geri plana itildi. Bazı atamalarda ehliyet-liyakat sisteminin devre dışı bırakılması, yetkilendirilenlerin bazı yetkilerini kötüye kullanması artık ülkeyi güvenli yatırım yapılabilecek bir imajdan uzaklaştırmaya başlamıştı. Bu yüzden yabancı sermaye büyük oranda çekildi. Gelinen noktada döviz, faiz, kur, enflasyon aldı başını gitti.
Kürt meselesine salt güvenlikçi politikalarla yaklaşmak eski hataları tekrarını doğurdu. Bu tutum, önceki demokratikleşme sürecinde çok büyük hatalar yapmış, kürt seçmene asla faydası dokunmamış HDP'yi diri tutmaya devam etti. Eğer bahsi geçen hatalar olmasaydı HDP bugün baraj altı olacaktı. Yani öyle bir süreç yaşandı ki, Kürtlerin HDP'yi bütün yanlışlarıyla sorgulama ve cezalandırma imkânı bloke edildi.
MHP ile hareket cumhur ittifakı temelinde hareket eden Akparti, bu taraftan HDP'nin oylarının yükselmesine sebebiyet verdiği gibi milliyetçi oyları da istediği oranda alamadı. Kamuoyu araştırmaları, İyi partinin bugün MHP'den iki kat fazla oy alacağını gösteriyor.
Bütün bunlara ek olarak, "3Y" ile ifade edilen ‘’Yolsuzlukla mücadele, yoksullukla mücadele ve yasaklarla mücadele’’ konsepti üzerinden bir hikayeye sahip Ak parti'nin gelinen noktada bu hikayesinin büyük darbe aldığını ve toplum nezdinde eskisi gibi bir inandırıcılığı kalmadığı görünüyor.
Ak Parti, bütün bunlara rağmen halen % 30 oranında oy alabilen birinci parti. Fakat bu önünüzdeki seçimlerde iktidarı garanti etmeyecek. İktidar olabilmesi için demokratik standartları yükseltmeye dönüş, güvenlik özgürlük denkleminde özgürlüğe ağırlık veren yeni bir konsept geliştirmeye ihtiyaç var.
Kürtleri yeni dönemde içeri alma ve anadilde eğitim hakkı sözü, HDP ile siyasi mücadelede Akparti'ye avantajı getirebilir, HDP'yi reel siyasette geriletebilir. Bunun için önce kendini değiştirmesi ve mevcut pozisyonunu gözden geçirmesi gerekmektedir. Bu şekilde yeni bir iklim oluşabilir ve ekonomide iyileşmeler de beraberinde gelebilir. Tüm bunlar için önce tahrip edilen demokratik zeminin inşası ve yeni bir motivasyon lazım.
Peki, bugünkü Ak parti bunu başarabilir mi?
Uzun bir süredir beka söylemine mahkum olmuş iktidarın, küçülen bu ufkunu büyütebilmesi, yeniden olaylara ve dünyaya geniş bakabilen özgüvenli bir Türkiye paradigmasına evirilmesi kolay değil. Bugünkü İktidar bloğu etrafındaki mevcut aktörlere, ilişkilere ve dengelere bakıldığında Ak Parti için yeni bir hikaye yazmak veya motivasyon yakalamak biraz zor görünüyor.