Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin göreve geldiği günden beri laikçi çevrelerin hedefi oldu. Yüzyıl boyunca orası burası yamalı, ezberci ve kör bir ideolojik itaati dayatan eğitim sistemine neşteri vurması, tüm bu çevrelerin hışmına uğraması için yeterli nedendi. Bunu görmek gerekir. Müslüman, vatansever ve milli yerli tüm değerlere karşı olan söz konusu çevrelerin, bu milletin geleceğine dair hiçbir vizyonu ve projesi olmadığı, sürekli 1930 ve 40'ların Eğitim anlayışlarını ve o dönemin Eğitim Bakanlarını yüceltmelerinden anlaşılıyor yeterince...
Hal bu iken müslüman muhafazakâr çevrelerin bugün Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli sisteminin mimarı Yusuf Tekin'i sahiplenmesi ve savunması kaçınılmaz bir sorumluluktur. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli erdemli ve köklerine bağlı, değerlerini keşfeden ve sorgulayan nesiller yetiştirmeyi hedefler. Kaliteli ve ahlaklı nesiller yetiştiremeyen bir toplumun geleceğinde bağımsız davranma ve sorunlarını doğru teşhis etme, tartışma ve çözme kabiliyeti olmaz. Mevzu göründüğünden daha büyük bir ehemmiyet arz ediyor.
Peki, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli nedir ve bu modele neden karşı çıkılıyor?
“Bu model; insanın fıtri özelliklerini koruma ve geliştirmeyi, karakterini olgunlaştırmayı, şahsiyet bütünlüğünü oluşturmayı merkeze alarak insanın kendi yeteneklerini ve potansiyelini gerçekleştirmeyi ve toplum ile insan arasında akılcı ve ahlaki bir uyum oluşturmayı hedefler.”
Maarif Modelinin hedeflerinden birini ortaya koyan bu paragraf, apaçık paradigma farkına işaret ediyor. Zira bundan önceki sistemde insanı bu şekilde el alma ve tanımlama söz konusu değildi. İnsanın doğuştan getirdiği özelliklere atıf yapmak yerine insanın fıtri/doğal yeteneklerini baskılayan, onu belirli kalıplara sokarak biçimlendiren ve belli bir dünya görüşü doğrultusunda eğiten bir anlayış egemendi. Bu anlayış, 19. yüzyıl batı pozitivizminden mülhem ve 20. yüzyıl laiklik anlayışının bizde de taklit edilmesinin neticesinde eğitim sistemimizin temeline yerleştirilmiş bir anlayıştı. Bu anlayış hakeza geçmişimizi geçmişte kalmış, geleceği ise batı medeniyetinin 19 ve 20. yüzyıl kavramlarının ve düşünce yapısının taklidiyle yetinen bir anlayıştı.
‘’Türkiye’nin Maarif Davası’’ adlı eserinde Nurettin Topçu, Batı medeniyetindeki bu teknik egemenlik karşısında ortaya çıkan tehlikeye işaret eder. Ne var ki, İslam medeniyeti, aynı tehlikeye ve üstelik daha fazlasıyla, on ikinci asırdan beri maruz kalmıştır. Bu konudaki açıklaması şu şekildedir: “Bize gelince, bin iki yüz yıldan beri tasavvufla yan yana gelişen hukuk ve kelam ilimleri İslam dünyasının kültürünü teşkil ediyordu. Onuncu asırda kurulan Bağdat külliyesinde evrensel bir değere ulaştırılan İslam Maarifi, on ikinci yüzyılda içtihat kapısının kapatılmasıyla ruhi feyzini kaybederek Aristo mantığının kısır çerçevesi içinde bunaldı. O zamandan beri medrese, İslam kültürünün özünü kaybetmiş olarak kıyas mantığının kelime tekrarı içinde bocalıyordu. Daha on ikinci asırda İslam düşüncesinden kovulan felsefe ile beraber sosyal düşüncenin temeli olan tarih şuuru ve sanatta esas olan hayal gücünün yaratıcı aşkı, medresenin tanımadığı, hatta suçladığı değerler halini aldı” (TMD, 37). Bu durum, Topçu’ya göre, eğitimdeki çöküşün, kültürdeki yozlaşmanın temelini oluşturur. Medreseden felsefe, eleştirel ve özgür düşünce çıkınca geriye, tekrarcı ve nakilci, verimsiz ve ürünsüz bir kısır döngü kalmıştır. Topçu’ya göre, Cumhuriyetle birlikte öne çıkan pozitivist ve pragmatist yaklaşım, bu doğrultuda bir epistemolojiden hareketle milli benliği ve şahsiyeti oluşturan din, ahlak, tarih, edebiyat gibi derslerin okutulmasını neredeyse gereksiz kılmıştır. Bu yaklaşım, eğitim ve toplum alanında, zihinsel bir tutum olarak giderek Amerikan pragmatizmine doğru evrilmiştir. Bu da teknolojiyi öğreten ve üreten derslerin öne çıkarılması ve manevi kimliği oluşturan kültür alanına ilişkin derslerin geri planda kalmasına neden olmuştur.
Buradan anlıyoruz ki, bugün eğitimde karşı karşıya kaldığımız sorunlar, özellikle 1930 ve 40’lı yıllarda topluma dayatılan jakoben laiklik ve daha sonra teknik pozitivist eğitim anlayışının yüzyıl boyunca hala bizde etkinliğini sürdürüyor olması, o dönem hayata geçirilen ve sonraki dönemlerde paradigmayı değiştirmeden yöntem, tarz ve içerikleri değiştirilerek 2023’lere kadar süregelen eğitim sistemimizden kaynaklanmıştır.
AK parti 2003’te iktidara geldiğinde her alanda kilitlenmiş, enerjisi tükenmiş ve pusulası bozulmuş, ekonomiden tutun sağlığa, eğitimden ulaşıma, yargıdan siyasal yönetime kadar ülke tam bir bunalım içindeydi ve derin bir krize saplanmıştı. Hakeza AkParti, devlet yönetiminde bürokratik bir vesayet oluşturmuş, siyaseti ve toplumu baskı altında tutan darbeci vesayetçi düzenin savunucularıyla mücadele ederek, Türkiye’yi 21. yüzyılda hakkettiği demokratik standartlara taşımaya, kendi ayakları üstünde durabilen bağımsız ve mamur bir ülke haline getirmeyi hedeflemişti. Aradan geçen süre zarfında bu hedeflerinde büyük oranda başarıya ulaştı. Fakat, Eğitim alanında nerdeyse her dönem yapılan reformlara rağmen bir türlü istenilen seviyeye ve olumlu neticelere ulaşılamadı. Zira paradigması bize tam uymayan bir sistemle daha köklü ve sahici bir yüzleşme gerekiyordu. Eksik kalan en önemli şey buydu.
2023 genel seçimlerine doğru yazdığım bir yazıda, ‘’AK parti yeni bir hikaye yazabilir mi’’ AK parti iktidarının bazı temel hedeflerinden uzaklaşmaya başladığını, eski tarz statükoya benzeme emareleri baş gösterdiğini, bu durumda eğer silkinip hikayesini yenilemezse toplumun çözüm bekleyen sorunlarına cevap veremeyeceğini ve düşüşe geçeceğini belirtmiştim. Zira dünyayı kasıp kavuran covid sürecinin, dünyada ekonomi başta olmak üzere bir çok yeni sorun alanları oluşturduğunu, ülkemizi de özellikle ekonomi başta olmak üzere bir çok açıdan olumsuz etkileri olduğunu gördük ve yaşadık. 2023 seçimlerine ‘’Türkiye Yüzyılı’’ hikayesini yazarak giren Akparti ve Sayın CB Erdoğan, bir kez daha milletin umudu haline gelmiş ve seçimlerden zaferle ayrılmıştı. Yeni kabinede ise bu hikâyeye uyumlu yeni yüzlere yer verilmişti. Bunlardan biri de Milli Eğitim Bakanı olarak Yusuf Tekin’in kabinde yer almış olmasaydı.
Yusuf Tekin’in gelişiyle birlikte MEB’de beklenen değişim politikaları hayata geçmeye başladı. En önemlisi kuşkusuz, bize özgü gerçekten bir ‘’milli eğitim modeli’’ için kolların sıvanmasıydı. Merhum filozofumuz Nurettin Topçu’nun 1960 ve 70’li yıllarda kaleme aldığı yazılarından ve makalelerinden oluşan ‘’Türkiye’nin Maarif Davası’’ eseri yıllar sonra bu ülkeye yeni yüzyılda bir gelecek perspektifi, bir gelecek hedefi koyan öğrencileri ve entelektüel insanlar tarafından raftan indirilmiş, geleneğimizden taşarak bugünlere ulaşan bilgelik mirasımızın üzerindeki tozlar kaldırılmış, günümüzü doğru teşhis eden ve okuyan yeni bir bakış açısına, yeni bir paradigmaya geçiş iradesi tezahür etmiştir.
Günümüzde, eğitim ve öğretimde başarı denildiğinde, daha çok fen ve teknik derslerde ortaya konulan performans anlaşılmaktadır. Merhum Nurettin Topçu’nun yakındığı hususlardan biri de işte budur. Ona göre eğitimin öncelikli amacı, fabrikaya eleman yetiştirmek olmamalıdır. Bu pragmatik tutum, öncelikli beklenti haline getirildiğinde, eğitimin temel hedefi durumundaki erdemler ötelenmiş olacaktır. Yapılması gereken şey, ideali olan, şahsiyetli ve erdemli bireyler yetiştirebilmektir. Dostoyevski, Ecinniler’de, devrimci karaktere, bir Rus kunduracısının Shakespeare’den, Rafael’den daha değerli bir eser ürettiğini söyletir. Nurettin Topçu da, karşıt bir bakış açısı benimseyerek manevi kültürü, maddi kültürün temeline koyar. Öncelikli olan manevi eğitimdir. O da sanat ve edebiyat, tarih ve felsefe, din ve ahlak dersleriyle kazanılabilir. Bu nedenle “Bize teknik okuldan daha çok idealist insan yetiştirici mektepler lazımdır.” der (TDM,176).
Nitekim Topçu’nun önemle vurguladığı bu hususların Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin teşekkülünde etkisi olduğunu görmekteyiz.
Zira Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinde ifadesini bulan; “Köklerden Geleceğe” Eğitim birçok bileşeni olan bir bütündür. Bir ayağı geçmişte duran eğitimin diğer ayağı insanlığın geleceğine ufuklar açan bir kapıdır. Millî ve manevi değerler manzumesi ile maddi gelişmenin zirvesini hedefleyen Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli; felsefemize dayanan öğretim programlarının temel yaklaşımı, öğrenci profili, Erdem-Değer-Eylem Çerçevesi, beceriler çerçevesi bileşenlerinden oluşan bütüncül bir modeldir.
Bu paradigma, geçmişi yüceltmek yerine ondan doğru bir yaklaşımla istifade etmeyi, günümüzdeki eğitim modellerini iyi inceleyerek bize özgü yeni model keşfetmeyi gerektiriyordu. Nitekim hedeflenen modele, Yusuf Tekin öncülüğündeki kadronun yoğun mesai harcaması neticesinde, kamuoyunun da geniş ölçekte katılımıyla Türkiye olarak kavuşmuş durumdayız.
Ne var ki, hem zihinsel hem de ruhsal bakımdan bu modele ideolojik bir tutumla karşı çıkan çevrelerin süreç boyunca yoğun muhalefeti gözden kaçmadı.
Bu çevrelere göre, Maarif modelinin öne sürdüğü insan - tabiat ile insan - Allah ilişkisi manevi boyutlardan ele almaya gelmez. Yani bu çevreler, insanın kalbi selim ve aklı selim gibi kavramlarla tanımlanmasına, ruh-beden bütünlüğü içinde ele alınmasına karşı onun salt beden olarak ele alınmasından yanadır. Bu yüzden itirazları esas itibariyle ideolojik karşıtlıktan kaynaklanmaktadır.
Türkiye Yüzyılı maarif modeli, zihniyet ve donanım bakımından bu ruhu iyi kavramış, bu düşünce iklimine aşina yöneticiler ve kilit eğitimci kadroları keşfedip faal kılınması ve modelin felsefesini özümsemiş yeni nesil öğretmen profilini yetiştirilmesiyle gerçek manada hayatiyet bulabilir. Bu başarıldığı takdirde Türkiye gelecekte de, içinde yaşamakta olduğumuz yüzyılımızda da hakkettiği seviyeye ulaşacaktır diye düşünüyorum.