Felsefi bilgi, onu üreten zihnin varlığı, bilgiyi, ahlakı, siyaseti ve dini nasıl anladığına ilişkin öznel bilgidir. Bu bilginin mutlaklığı ve herkes için bağlayıcılığı söz konusu değildir. Çünkü bilginin üreticisi, tarihsel koşulların etkisinde ve yanılgıya açık bilgisi sınırlı insandır.
Bu tıpkı varlık ve metin (Kur'an) ile bunlara ilişkin yorum arasındaki ilişkidir.
Varlık ve Metin mutlak ve yanılması mümkün olmayan bir kaynaktan gelir. Yorum ise yanılgıya ve hataya açık insan zihninin ürünüdür.
Burada hiçbir beşeri zihin varlık ve metnin yorumu sadece benim söylediğimdir iddiasında bulunamaz.
Ayrıca elimizde olan felsefi birikimin ortaya koyduğu gerçeklik şudur: Varlık, bilgi, ahlak ve siyaset hakkında ortak bir tasavvur üretmek mümkün değildir. Felsefe bunun olamayacağını kabul ile başlar. Ancak bu arayış son derece değerlidir.
Nihayet insanın en önemli amacı var olanın hakikatini bilmek isteğidir.
Din, felsefe, bilim ve sanat bu hakikat arayışının farklı kollarıdır.
Burada en kritik soru şudur: Allahın yarattığı varlığın ve gönderdiği vahyin hakikatini ne kadar anlayabiliriz?
Kuşkusuz Kur'an ile Kur'an üzerinden üretilen bilgi( tefsir) doğruluk ve hakikat anlamında eşitlenemezler.
Çünkü Kur'an, fiziğin ve metafiziğin, gayb ile görünenin, zahir ile batının, ilahi ve tarihsel olanın sınırında duran bir metindir. Bu ilişkileri anlamak önemli bir zihinsel çabayı gerektirir.
Peygamberler de diğer insanlardan farklı olarak fizik ve metafiziğin sınırında yaşarlar. İsmet sıfatı peygamberlik için zorunludur. Metafizik bilginin sağlıklı bir şekilde fizik sahasına indirilmesi peygamberin hatasızlığı ile ilgilidir. Ancak ismet sıfatı din ile ilgilidir. Fizik evrende ise peygamber, insanı ve beşeri ihtiyaçları olan, bizim gibi bir insandır. Bundan dolayı Hz. Peygamber sosyal ve siyasal konularda yakın arkadaşlarıyla istişare yapar.
Demek ki Peygamber Muhammed ile beşer Muhammed'i birbirinden ayırmak gerekir. Bundan dolayı Hz. Peygamberin ahlakı hepimiz için bağlayıcılığı bir ölçüt iken; giyimi, sevdiği yemekler vs. bizim için bağlayıcı değildir.
Ne yazık ki, bazı insanlar onun ahlakına sahip çıkmak ( adalet, doğruluk, güvenilirlik) yerine giyimini( sarık, cübbe) taklit ederek iyi müslüman olacağını düşünüyorlar.
Oysa giyim bakımından Ebu Cehil ile Hz. Ömer arasında hiçbir farklılık yoktur.
Peki, birini müşrik diğerini mümin yapan nedir?
Kuşkusuz inandıkları değerler...
Burada içerik ve form ilişkisi dikkate değerdir. İçerik( ahlak, samimiyet, takva) ne kadar zayıflar ise form( görünüş, biçim, suret) o kadar güçlenir.
Değerlendirmede ölçümüz form değil içerik olmalı. İçerik ya da ahlaktan yoksun ibadet kuru bir semboller yığını, tarihsel bir gelenek olarak kalır.
Bunun toplumsal alandaki görünümü, namaz kılan ancak yalan söyleyen, hacca giden ancak verdiği sözü tutmayan, oruç tutan ancak adaletli olmayan insanların varlığı ve çokluğudur.
Öyle görülüyor ki asıl sorunumuz bilgi değil, temsil sorunudur.
İçerik ile formu buluşturamayan insan söylediğini yapmayan insan gibidir. Böyle bir insanın başkalarını etkilemesi mümkün değildir.
Gençleri din dışı arayışlara yönelmesinin kuşkusuz tek nedeni değil, ancak asıl nedenlerinden biri dindar görünen insanların tutarsızlıklarıdır.


İbn Haldun ‘Kürtler Hamaldır’ diyor mu?
Vahdet kelimesi kirlenirken yeni argüman: Yekvücûd olabilmek..
Türkiye’de milliyetçilik İslamcılığı neden ve nasıl yutuyor?..
Yusuf Tekin yazdı: Eğitimde paradigma değişimi
Anlamsızlığa Tutunmak ya da Bir Mazeret Olarak İdeoloji