Siyaset hakkında konuşmak bir yönden çok kolay bir yönden de çok zordur.
Siyasetin görünen ve göründüğü gibi olmayan yüzü hakkında konuşmak halk için kaçınılmazdır.
İnsan gördüğünü, duyduğunu, anladığını konuşur pek tabi ki…
Ancak siyasetin bir de görünmeyen ve görünenden ibaret olmayan başka yön, etken ve belirleyicileri vardır.
Ayrıca özellikle siyasetin, siyasal mücadelelerin pek de hoş olmayan sonuçları açısından sorumluluk alıp almamak çok ciddi etik tarafı olan bir problemdir.
Bir de bizzat bu siyaseti yapanların konumlarını, sorumluluklarını düşününce işin ciddiyetini daha iyi anlayabiliriz.
Meşhur sözdür; “iki koyunu güdemeyene bu memleket teslim edilir mi?” diye…
Siyaset yapmak çoğu zaman insanın canı, malı ve güvenliği konusunda irade beyanında bulunmak demektir.
Sözün uzaması pahasına bu öncülleri yazmak zorundayım.
Siyasetin herhalde en kötü yüzü sonuç ne olursa olsun bir kesimi kötülemesi olsa gerek…
Şimdi kaseti biraz geriye alıp 7 Haziran seçimlerine dair genel bazı tespitleri ortaya koyalım. Bundan yola çıkarak 1 Kasım seçimleri analiz etmeye çalışacağız…
7 Haziran seçimleri Türkiye’de “Kürt Sorunu” şemsiyesi altında siyaset yapan HDP bileşenlerinin inanılmaz yüksek motivasyonlu, ciddi atraksiyonlu bir seçimi oldu.
İlk defa seçim barajını parti olarak geçmenin beklentisi ve heyecanı içinde inanılmaz bir seçim mücadelesi verdi HDP. Örgütsel olarak inanılmaz atraksiyonlara imza attı.
Türkiye’nin değişik kesimlerinden, onlarca farklı siyasal gelenekten gelme insanların sırf çatışma ortamını sonlandırma beklentisi ve garantisi adına, barış ortamının tesisi ve devamlılığı adına HDP’ye oy katkısında bulundular.
Bu mezkûr desteğin çok farklı kesimlerden gelmesinin Ak Parti'ye olan düşmanlıktan kaynaklandığını, siyaseten Akpartiyi geriletmenin en pratik ve emin yolu olarak algılanmasının etkisi de oldu hiçkuşkusuz.
Ak Parti de ilk defa tek başına iktidar olmasına imkân vermeyen bir seçimle tanışmış oldu.
Şimdi gelinen son durumun, 1 Kasım seçimlerinin 7 Haziran seçimlerinden farklı bir ortamı var artık.
Öyle görünüyor ki 7 Haziran seçimleri birbiriyle ilişkili iki efsaneyi tüketti; Birincisi “Kürt Siyaseti” şemsiye adı altında yapılan siyasetin Barajı geçmesi.
Buna bağlı olarak “HDP’nin Barajı geçmesinin Barışı getirmenin, barışı devam ettirmenin garantörü olmadığının görülmesi oldu” hiç kuşkusuz.
Şimdi gelinen bu çatışmalı ortamda kitleleri ikna yöntemi olarak kullanılan “HDP barajı geçip Akpartiye oy vermeyince savaş çıkartıldı!” söyleminin metafizik egzersizler eşliğinde pazarlığını ilgililere, taraftarlara bırakarak bazı tespitleri ortaya koymak gerekir.
Her şeyden önce 7 Haziran seçimlerinde HDP’ye olan desteğin şartlı olduğunu ve bu şartların gereklerinin bizzat HDP tarafından yerine getirilmediğinin belli kesimler tarafından çok ciddi şekilde ve yüksek sesle konuşulduğunu, tartışıldığını tespitini ortaya koymak lazım.
Bu söylem ışığında HDP’nin siyaseten Rölantide olan bir siyasi parti konumunda değerlendirildiğini, öyle algılandığını belirtmek lazım. Yani HDP barajı geçmekle tek başına ve parti olarak Barışın garantörü, koruyucusu ve sürdürücüsü konumunda bulunmadığı algısı ortaya çıkmıştır. Haliyle bu beklentiler çerçevesinde HDP’ye oy veren kesimlerin siyasi tercih ve kararlarını tekrar gözden geçireceğini söylemek mümkündür. Bu durum HDP için siyaseten seçim başarısı için büyük bir risk kaynağıdır.
Buna bağlı ikinci bir risk kaynağı olarak Kürtlerin Orta Sınıfı kategorisine giren esnaf ve işveren çevrelerin yaşadığı tedirginliktir ki yatırımların durma noktasına getirilmesi ve yatırım ortamından mahrum bırakılmasını tek başına Akparti iktidarına yıkmayı öyle rahat bir şekilde kabullenmeyecekleri gerçeğidir. Haliyle bu sermaye kaybının engellenmesi için destek verecekleri tek siyasi gücün Akparti olması hasebiyle Ak Parti'ye ayrıca 1 Kasım seçimlerinden farklı olarak 7 Haziran seçimlerinden Ak Parti'ye belli bir kaymanın olması hesap edilebilir görünüyor.
1 Kasım seçimleri için Akparti’nin hazırladığı seçim bildirisinde sosyal hakların geliştirilmesi için ilk defa bu kadar cömert davranması kısmi bir destek olarak oya tahvil edilebilir bir durum olarak görülmektedir. Çünkü şu ana kadar Akparti’nin halka sunduğu hizmetlere bakıldığında seçim sonrasında bu vaatlerini rahatlıkla hayata geçirebilecek bir güven verdiği söylenebilir.
Türkiye’de milliyetçi oyların bir kısmının AK Parti’ye kayacağını, kayabileceğini çoğu siyaset analisti zaten ısrarla vurguluyor.
Ayrıca Akparti’nin başarısız olduğu, istediği oyu alamadığı seçim bölgelerinde milletvekili adaylarını diğer seçimden farklı sosyolojik temsil noktasındaki aday profillerinden seçtiği gözlenmektedir.
Ayrıca Ak Parti’nin geçen dönemlerdeki pek çok başarısı toplum hafızasında güven kaynağı olmaya devam ediyor.
Haliyle oya tahvil edilebilecek “siyasi itibar kaynağı” diğer partilere göre oldukça avantajlı bir konum yaratmaya devam ediyor Ak Parti’nin…
CHP’nin bu seçimde nasıl bir motivasyona sahip olduğu üzerinde en çok durulması gereken konu aslında.
Ak Parti iktidarının kadrolu muhalefeti unvanını elinde bulunduran bir parti olarak bu seçimde hangi motivasyonlara sahip CHP acaba?
Sosyal haklar konusunda verdiği vaadlerin seçmen çok ciddi bir karşılık bulamaması ilginçti aslında.
Siyasal güven en büyük sermayedir. Bu konuda Ak Parti’inin Hükümet olarak yaptığı icraatların güven konusunda kitlelere çok büyük mesajlar verdiği anlaşılmaktadır.
Gerçekleştirilebilir vaatlerin 1 Kasım seçimleri için Ak Parti ajandasına girmesinde hiç kuşkusuz Ana muhalefet partisi CHP’nin 7 Haziran seçiminde bu konuları gündemine ve ajandasına almasının etkisi büyüktür. Görünen o ki bu konuda sosyal yaşamın boşluk kabul etmez alanında söylenmeyi bekleyen, verilmesi beklenen pek çok hizmet talebi vardır.
Ama kıtaları aşan Kürt sorunu, Kürtler ve Kürdistanlılar ile ilgili siyasal problemler önümüzdeki orta vadede de, uzun vadede de en çok gündemi meşgul edecek siyaset zemini olarak bizi bekliyor.
Haliyle daha tam olarak ne olduğunu, ne döndüğünü tam olarak fark etmeden yeni bir seçime gireceğiz.
Göreceğiz, gösterecekler…
Twitter Alemi için: @zekeriyamenak
Mail: [email protected]