erotik shop
Bugun...
Tacizi, Tacizciyi ve Tacizciliği Anlamak/Anlamlandırmak!


Zekeriya Menak Fikir Zemini
 
 
facebook-paylas
Tarih: 19-11-2016 22:40

Bu ülke işini gücünü bırakıp taciz konusuna yoğunlaşıyorsa aslında Freudyen anlamda çok kötü bir durumdayız; herkes namuslu olma havası atıyorsa yani burada bir problem var demektir. Herkesin bu kadar namuslu olduğunu söylediği böyle bir ortamda bu kadar namussuzca taciz nasıl oluyor acaba?

Taciz bir olgu mudur?

Tacizcilik bir vakıa mıdır?

 Tacizcinin varlığı bir gerçek midir?

 Peki sosyal bir gerçeğin analizinin sözümona bilimsel, sosyolojik analizi nasıl yapılıyordu acaba?

İnandığımız, güvendiğimiz; geçerli olduğuna iman ettiğimiz bilimsel yöntemin bu olgu, vakıa ve ilgili malum şahıslarla ilgili söylediği hangi önermeler vardı?

Taciz konusunda rasyonel bir yaklaşım ve perspektif sergilememiz mümkün mü acaba?

Taciz olgusuna, taciz vakıasına, tacizci psikopatların kişilik çözümlemelerinde kullandığımız etik ilkeleri normal hayattaki cinsel ilişkilere uygulayabiliyor muyuz acaba?

Önce bu namus dediğimiz olgu hakkındaki genel bakışımız nedir?

Genel kültürümüzde namusun, dinin ve sağlığın üzerinde şaka yapılamayacağını biliyoruz. Yani “gel senin kulağını keseyim!” şeklinde bir şaka yapamayız. Namus ile ilgili de şaka yapamayız. Ancak buradaki namusun içeriği ve kapsamı konusunda Müslüman kültür ve inanç ile batılı kültür ve inanç arasında temel farklılıklar, farklı perspektifler ve farklı önceliklerimiz vardır. Mesela batı kültürüyle yetişmiş bir erkeğe: “eşiniz çok güzel!” demek pekala olumlu bir yaklaşım olarak algılanabilirken bir Müslüman erkeğe böyle bir sözle hitap ederseniz doğrudan O’nun namus ve mahremiyet alanına saldırmakla eş anlamlı bir eylem yapmış olursunuz.

 Muhtemelen böyle bir bilinç farklılığı ve ayrımının varlığını ve varlık biçimi Batılı yaşam değerlerini evrensel, uyulması gereken mutlak ilkeler olarak gören bir insan tarafından kabul edilmesi mümkün olmadığı gibi onun bu durumu algılaması da zor olabilir. Haliyle farklılık ve farkındalık açısından farklı bilinç, düşünce ve inanç kaynaklarının varlığını ve varlık biçimini kabul etmeden bütün dünyayı batı kültürüne uyarlanmış bir yaşam tarzı olarak algılamamız gerektiğini düşünen oryantalist bakışı tek meşru bakış açısı olarak bu topluma dayatılabiliyor maalesef. Çünkü bizim inandığımız din İslamdır. İslam, bir yaşam tarzı, hayat pratiği ve yaşam felsefesidir. İslamdan kaynaklanan yaşam pratiklerinin meşruiyet zemini yine ancak İslam’ın temel referanslarına başvurulduğunda anlamlı bir meşruiyet temeline oturtulabilir.

Bugün çocuk dediklerimizi atalarımız çocuk olarak algılamamıştır muhtemelen. Toplumumuzda şu anda 60 yaş ve üzerinde olan evli kadınlarımız arasında bir araştırma yapılırsa acaba bunlardan kaçtan kaçı 18 yaşından önce, kaçtan kaçı 18 yaşından sonra evlenmiştir? Şu anda cari olan Kanunun ilgili amir hükmü çok özel durumlarda 17 yaşındaki kızların evlenmesine izin veriyor. Ancak bir kırk yıl önce 17 yaşına gelene kadar evlenmeyen kaç kızımız vardı acaba?

Bu sosyolojik gerçekliğimiz üzerinden geçmişimizi anlamaya çalışmak daha sağlıklı olmaz mı?

Şu bir gerçektir insandaki cinsel ihtiyaçlar bir biçimde tatmin edilmesi gereken ihtiyaçlardır. Cinsel ilişkileri düzenleyen evlilik kurumu tarihsel olarak bu konudaki her türlü sapkınlığı baştan kesebilecek olan cinsler arası ilişkileri meşru düzeyde kurup geliştiren toplumsal bir kurumdur. Bugün çocuk yaşı kapsamında görüp evlilikten uzak tutmamız gerektiğine inandığımız yaş dönemlerindeki kız ve erkek çocuklarımızı o yaş dönemlerinde evlendirmek geçmişimizin temel özelliklerindendir. Bu evlilik kurumunun biraz erken yaşlarda işlerlik kazanması taciz konusunda olası potansiyel ve eğilimleri baştan itibaren baskılayan bir sosyal etken olarak düşünülebilir. Ancak taciz sadece bekarların yaptığı bir sapkınlık değildir malumunuz.

Gelelim taciz olayına…

Taciz bir insanlık suçudur. Tacizcilerin acımasızca cezalandırılması ve cezanın her ne ise artık en kısa zamanda uygulanması gerekir. Geç gelen adalet adalet değildir malumunuz.

Bence taciz ve sapıklığı muhakkak cezalandıralım ama şunları da sorup düşünelim derim:

Taciz nasıl bir olgudur? Taciz psikolojik bir olgu mudur yoksa sosyolojik bir olgu mudur? Tacizcilik yapısal bir kişilik özelliği midir yoksa konjonktürel etkenlere mi dayanıyor?  
İnsanların tacizci olmasını sağlayan koşulları nasıl ortadan kaldırabiliriz?
Tacizci doğuştan bozuk ruhlu, kötü niyetli bir kimse olup hasta olan kişi midir?
Tacize götüren koşulların varlığından bahsetmek mümkün müdür aklen?
Yoksa koşul ne olursa olsun tacizci tacizcilik yapan ve yapacak olan mıdır?
Tacizciyi hiç kimse ve hiçbir şey durduramaz mı yoksa tacizci olmayı sağlayan kültürel, düşünsel ve ortamsal etkenler mi var? Tacizi ruh hastası, psikopat olarak mı görmek lazım? 
Eğer tacizciye ruh hastası. akli dengesi bozuk diyorsanız zaten konu şahsın içsel mekanizmasıyla izah edilerek muhtemelen cezai müeyyideden muaf olup cezadan yırtar tabiri caizse! Yok eğer aslında bu da bizim gibi bir insandır ama işte bu tacizi işlemiştir diyorsanız o zaman dışsal etkenlerle ilgili bazısebeplerin varlığını kabul etmek aklen gerekli oluyor? Haliyle tacizin kendisinden çok taciz olgusuna yaklaşım biçimi tacizden daha büyük taciz koşullarını oluşturabiliyor derim.  

Genç veya çocuk dediğimiz yaşlardaki evliliğe karşıysak o zaman genç ve çocuk yaştaki kız ve erkeklerin yaşadıkları flört hayatına karşı olmak gerekmiyor mu?

Son bir sorum  da şu olsun; Tacize şiddetle karşıyız peki onlara verilecek ceza konusunda aynı şiddette ortak bir ceza tipinde hemfikir miyiz?

Konu önemli, ciddi ve hayatidir. Meclise sunulan tasarının yukarıda belirttiğimiz hangi etkenlerle sunulduğunu bilmiyorum ama tasarının çekilmesi ve reddedilmesi şimdilik tartışmaları kesecektir. Aklım bu kadarını kaldırıyor!
Bu kadar anlayıp yorumlayabiliyorum.



Bu yazı 2363 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI