erotik shop
Bugun...
Ortadoğu ve Akdeniz'de Enerji Politikaları


Zeynep Bozdaş Fikir Zemini
facebook.com/zeynep.bozdas
 
 
facebook-paylas
Tarih: 14-08-2015 00:23

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipraz ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El Sisi geçtiğimiz günlerde bir araya geldi. Görüşmede Mısır ile Yunanistan arasında deniz alanlarının sınırlandırılması, Süveyş’in Yunanistan’ın önemli limanlara bağlanması, Yunanistan-Mısır-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında yakın gelecekte Doğu Akdeniz’deki münhasır bölgelerle ilgili yeni bir zirvenin gerçekleştirilmesi konuşuldu. Daha önce de Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi-Yunanistan-Mısır arasında üçlü zirve gerçekleşmiş, taşımacılık-denizcilik-enerji konusunda birliği vurgusu yapılmıştı.

Münhasır ekonomik bölge; bir devletin kıyı çizgisinden başlayarak 200 mile kadar varan, BM sözleşmesi uyarınca kaynakların araştırılmasını da kapsayan özel alanlara sahip deniz bölgeleridir. Doğu Akdeniz’de ilan edilen münhasır ekonomik bölgenin, Türkiye’nin kıta sahanlığı haklarına tecavüz ettiği yaygın bir görüştür. Zira Doğu Akdeniz’de 400 mile (ülkelerin MEB’leri çakıştığı zamanlardaki durumdur) ulaşılan alan olmadığı için münhasır ekonomik bölge ve devletlerin kıta sahanlığı bir sınırlama olmaması halinde açık bir deniz bırakmayacak şekilde birbirine girecektir. Petrol-Doğal gaz kaynaklarından, Güney Kıbrıs yönetiminin gelir elde etmesi buna karşın Kuzey Türklerinin bu imkândan yararlanamaması, çözüm aşamasından uzaklaşılması bir diğer önemli meseledir. Doğu Akdeniz’deki ittifak hareketliliğinin; Türkiye’yi bölgede dar bir alana sıkıştırmayı hedeflediği de aşikâr. Bu gelişmeler, Türkiye’nin Yunanistan ile yaşadığı kıta sahanlığının saptanması problemiyle paralel de değerlendirilebilir.

Doğu Akdeniz; Asya-Avrupa-Afrika kıtalarını ve önemli deniz bölgelerini birbirine bağlayan bir kavşak görevindedir. Bu sebeple ticari hareketlilik bu alanda yoğunlaşmaktadır. Bunun yanı sıra petrol-doğalgaz rezervlerini barındırması bölgeyi daha da önemli bir hale getirmektedir. Bölgedeki hidrokarbon yataklarının, değeri 1,5 trilyon dolar olan 30 milyar varil petrole eş değer olduğu ifade edilmektedir. [1]Bu kaynaklardan istifade edebilmek adına Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, 2004’te BM’ye başvurarak münhasır ekonomik bölge ilanında bulunmuştur. 2006 yılında Mısır ile birliği anlaşmaları imzalanmış,  2007’de Lübnan ile münhasır ekonomik bölge antlaşmaları imzalanmış yine Ocak 2007 de 12 adet ruhsat alanı ilan edilmiş, Noble Energy şirketine araştırma ruhsatı verilmiştir. 2010 yılında ise İsrail ile münhasır ekonomik bölge antlaşması imzalanmış, 2011 yılında fiili sondaj başlamış ve 2012 yılında Mısır ile doğal kaynakların ortak araştırılması konusunda uzlaşılmıştır.

İsrail’in Tamar sahasında aktif çalışmaları olduğu bilinmektedir. Tamar’daki enerji arama faaliyetleri için ilk kısmı 3,3 milyar dolarlık bir maliyet söz konusudur.[2] Alanda 275 milyar metre küp gaz olduğu tahmin ediliyor. İsrail’in enerji arama çalışmaları 1990’lı yıllara dayanmaktadır. İsrail, Gazze ve Batı Şeria’da bulunan doğal gaz kaynakları ile alakalı da çalışmalar yapmaktadır. Buna karşın, Filistin yönetimi Rusya ile yakınlaşarak Rus şirketlerin Gazze açık sularındaki doğalgaz yatağının işletme faaliyetini Rus şirketlere vermek için çalışmalar yürütmüştür. 2007 yılında ise Filistin-İsrail arasında gaz alanlarının genişletilmesine yönelik anlaşma görüşmeleri yapılmış ve şirket tarafından ödenecek paranın ekonomiyi iyileştirmek adına kullanılacağı söylenmiştir. İsrail’e göre ise bu para İsrail’e karşı silahlı mücadelede kullanılacaktır. Bu tez, Hamas’a yönelik operasyonların temelini oluşturmuştur.   İsrail, Suriye ve Lübnan’daki rezervleri de kontrol altına almayı hedeflemektedir. Nitekim Ansis ve Sagex  firmaları Suriye’de araştırmalar yapmış, hatta istihbari çalışmalar yürüterek Suriye’nin Katar’ın kaynaklarından daha zengin rezerv bilgisine ulaşmış ve bu bilgileri Fransa, ABD ve İngiltere’ye aktarmıştır.  Lübnan ise İsrail’in bölgedeki enerji üzerine yürüttüğü politikalardan rahatsızdır. Mesela,  deniz alanlarını ihlal ettiği gerekçesiyle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail arasındaki anlaşmaya itiraz etmiştir. İsrail’in rezervler üzerinde aktif çalışmasına mani olan diğer bir hususta şüphesiz budur:  Araplar.  Zira İsrail’in tüm unsurları bypass ederek enerji sahalarını elde etme politikası hala canlıdır.  Araplar ise İsrail’i Filistin meselesi üzerine durdurmaya çalışmaktadır. İsrail’e itiraz noktası; Filistin’in haklarını çiğnediği, hâkimiyet alanını daha da daralttığı üzerinedir. Yine de İsrail’in enerji sektöründeki faaliyetleri için Mısır ve Ürdün ile yakın ilişkide olduğu aşikâr. İsrail ve Ürdün düşük fiyatla doğal gaz satışı için çeşitli görüşmeler yapmışlar, İsrail Ürdün’ün ekonomik bunalımını gidermede katkıda bulunmuştur.  İsrail-Mısır arasında da Mısır’daki askeri darbenin akabinde ciddi bir ittifak söz konusu olmuş ve Doğu Akdeniz’deki rezerv arama çalışmaları birlikte yürütülmektedir. Bu, aynı zamanda ‘terörizm’ noktasında da bir ittifakı da meydana getirmiştir. Zira 2011 yılında Mısır’ın Sinai bölgesindeki doğalgaz boru hattına düzenlenen saldırı hem İsrail hem de Ürdün için büyük bir kayba yol açmıştı. Siyasi istikrarsızlığın ekonomik istikrarsızlığa yol açacağı endişesiyle ittifaklara önem verilmektedir. Mısır’daki askeri darbeye enerji politikalarının da etki ettiği şüphe götürmez bir gerçektir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır ve Yunanistan için Doğu Akdeniz’deki rezerv çalışmaları Türkiye’yi bölgeden pasifize etmeye dönük olsa da İsrail ekonomik çıkarlarını ön planda tutmaktadır. Çıkarılacak doğalgazın Avrupa’ya ulaştırılması için maliyetsiz güzergâh Türkiye’dir. İsrail, Rumlara ve kendine ait gazı boru hattıyla Türkiye’ye akabinde de Yunanistan üzerinden Avrupa’ya aktarmayı planlamaktadır. Ayrıca, gazın sıvılaştırılarak Mısır üzerinden Batı’ya taşınması da gündemdedir. Avrupalı şirketlerin faaliyetlerine karşın İsrail, teknik destek için Kore, Japonya ve Çinli şirketler ile temas halinde,  Rusya gazına olan bağımlılığı azaltmak için ise Avrupalı yönetimlerden mali destek talep etmektedir.

Mısır-Süveyş Kanalı üzerinden taşımacılık söz konusuyken Mısır, ihtiyacı karşılamakta yetersiz kaldığı gerekçesiyle Süveyş Kanalı’nın bir kısmını genişletti ve paralel bir kanal daha ekledi. Önemine binaen, kapatıldığı dönemde Sovyet Rusya, Kara Deniz yoluyla Japonya’ya petrol satma fırsatını elde etmişti. B.P. İLE Sovyet Rusya anlaşmış buna göre B.P. Irak’tan aldığı petrolü Japonya’ya götürecek, Sovyet petrolü ile takas edecek ve Karadeniz ve Baltık Denizi yoluyla Batı Avrupa Limanlarına götürecekti. İsrail’in güney kıyısından geçerek Akdeniz’e giden pipeline projesi de o dönemin ürünüdür. Zira İsrail, Sinai bölgesini işgal ederek Akaba Körfezi’ni kontrol altına almıştır. Yine, İran’dan elde edilen petrolün doğrudan Türkiye-Akdeniz kıyısına götürecek bir pipelinenin kurulması da bu dönemin projesidir. Bu, İsrail güzergâhına göre mesafeyi yüzde 75 daha da kısaltacak bir projeydi. [3]

Daha önceleri çoğunlukla ticari güzergâhları elde tutmaya yönelik üretilen politikalar daha sonra enerji rezervlerine yönelmiştir. Bu bölgeler çatışma alanı haline getirilerek istikrar ve büyüme engellenmeye çalışılmıştır. Batı’nın enerjiye verdiği önemi ve sonuçlarını Araplar henüz kavrayamamışlardı. Arap Birliği Genel Sekreteri Abdurrahman Azzam Paşa, İbn Suud’a giderek Batılılara karşı tutumun sertleştirilmesini ve petrolün silah olarak kullanılması önerisini sunduğunda Kral; ’’Petrol eskiden de vardı, ama hiçbir zaman böyle bir şey söylenmemişti. Biz bunu ilaç olarak kullanırdık. Daha sonra yabancılar geldi ve sondajlara başladılar. Yabancılar petrolü ayıkladı ve temizledi daha sonra ihraç etti ve bana ücretini ödedi.  Şimdi ben neden onları cezalandırayım?’’ dedi. Oysa Kruşçev, İngiltere Başbakanı Anthony  Eden’den 1956 yılında ‘’Ortadoğu’daki petrolümüz tehdit edilirse, savaşırız’’ cümlesini duymuş ve Arapları Batı’ya petrol sevkiyatında güçlük çıkarmamaları konusunda uyarılmıştı. Sinsi planlara karşı önlem alınmadığı gibi petrol ihracından elde edilen gelir lüks giderlere harcandı, bilim ve teknoloji noktasında hiçbir faydalı adım atılmadı. Öyle ki, aşırı harcamaları  gören Kral Faysal;  ”Dedelerimiz deve kullandı, babalarımız ise araba. Biz ve çocuklarımız uçak kullanıyoruz. Ancak korkuyorum, eğer bu şekilde paralarını harcamaya devam ederlerse, torunlarımız develerine dönmek zorunda kalacaklardır’’ demiştir. Enerji rezervleri üzerine kurulu ülkelerin, kısa zamanda çok nakit elde edebilmek adına politika ürettiği acı bir gerçektir. Bölgesel gerçekliği idrak edemedikleri müddetçe; bir gecede ekmeğe muhtaç hale gelen Kuveytli zenginlerin akıbeti enselerinde olacaktır.

 

[1]http://www.21yyte.org/tr/arastirma/enerji-ve-enerji-guvenligi-arastirmalari-merkezi/2014/01/15/7383/dogu-akdenizde-enerji-stratejileri-ve-bolgesel-guvenligin-gelecegi

[2]Giamouridis_Tsafos_GasFinance_Jun15_web.pdf

[3] ODELL Peter: Petrol Kavgası, Çığır Yay. İstanbul 1979



Bu yazı 3379 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



YAZARIN DİĞER YAZILARI

HABER ARA
SON YORUMLANANLAR HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
GÜNDEMDEN BAŞLIKLAR
YUKARI