erotik shop
Bugun...


Bir Kitap Alıntısı: Kent / Hermann Hesse
Sonraki yüzyılda, kent, görkeminin doruğuna ulaştı, bolluk ve bereketle kendini açığa vurdu bu görkem, bir anda aldı yürüdü, sonunda altsınıfların kanlı bir devrimi söz konusu görkeme dur dedi. Ayak takımından insanlar, kentten birkaç mil ötedeki büyük petrol kuyularını ateşe vermekle işe başladı; sonuçta fabrikaları, çiftlikleri ve köyleriyle ülkenin büyük bir bölümü kısmen yandı, kısmen harabeye döndü. Kan gövdeyi götürdü kentte, dehşetin her türlüsü kol gezdi, ama kent yine de ayakta kaldı, ilerideki tatsız, sıkıcı yıllarda yavaş yavaş tekrar kendine geldi; ama önceki şenlikli yaşamına kavuşamadı bir türlü, eskisi gibi binalar kurup çatmanın üstesinden gelinemedi. Kent bu berbat dönemi yaşarken, denizin karşı tarafında uzak bir ülke ansızın parlayıp öne çıktı; söz konusu ülkede hububat, demir, gümüş ve diğer madenlerin bolluğundan geçilmiyordu, toprak bağrındaki hazineleri seve seve insanlara buyur ediyor, bereketi bir türlü sona ermiyordu. Yeni ülke eski dünyanın boş duran güçlerini, çaba ve isteklerini zorla kendinden yana çekip alıyor, akşamdan sabaha yerden mantar biter gibi kentler yükseliyor, ormanlar ortadan kaybolup çağlayanlar dizgine vuruluyordu.

facebook-paylas
Tarih: 04-03-2017 03:30
Bir Kitap Alıntısı: Kent / Hermann Hesse
+ -

Bir gün önce döşenen demiryolu hattı üzerinde insanla, kömürle, araç ve gereçle, yiyecekle dolup taşan ikinci trenin gelmesi üzerine: “İşler iyi gidiyor!” diye sesini yükseltti mühendis. Bozkır sarı güneş ışığında içten içe yanıp tutuşuyor, ufukta ormanlık ulu dağlar mavi bir sis ortasında yükseliyordu. Vahşi köpekler ve şaşırmış bozkır bizonları bu ıssız yerde nasıl harıl harıl çalışıldığını, ortalığı nasıl bir curcunanın kapladığını, yeşil topraklarda kömür, kül, kâğıt ve tenekeden lekelerin nasıl oluştuğunu izliyorlardı. İlk trende tiz bir ses çıkararak ülkenin içinden geçip gitti, ilk tüfek gümleyerek dağlara doğru uzandı ses, ilk örs hızlı çekiç darbeleri altında çın çın öttü. Derken tenekeden bir baraka doğup çıktı ortaya, ertesi gün de tahtadan bir kulübe. Ve bunları diğer konutlar izledi, her gün yeni evler yapıldı, çok geçmeden de taştan binalar gelip katıldı öncekilere. Vahşi köpekler ve bizonlar kendilerini uzağında tuttular kentin; çevre ehlileştirilip verimli duruma sokuldu, daha birinci baharda tarlalar yeşil ekinlerle rüzgârda dalgalanmaya başladı; çiftlikler, ahırlar ve sundurmalar boy verip yükseldi tarlalar içlerinden, ıssız ve yabani topraklar yol yol kesilip doğrandı.

İstasyonun inşası bitip açılış töreni yapıldı derken, bunu hükümet binası, sonra da bankanın yapımı izledi. Aradan pek birkaç ay geçmeden yakında kardeş kentler kuruldu. Dünyanın dört bir yanından işçiler, köylüler ve kentliler akın etti, iş adamları ve avukatlar doldu kente ayrıca, rahipler ve öğretmenler geldi, bir okul kuruldu, üç de dini cemaat ve iki gazete gözlerini hayata açtı. Batıda petrol kuyuları keşfedildi, çiçeği burnunda kent büyük bir gönence kavuştu. Bir yıl daha geçti aradan, yankesiciler, pezevenkler, evlerden öteberi çalan hırsızlar türedi, bir mağaza açıldı, alkollü içkilere savaş ilan eden bir dernek kuruldu. Paris’ten bir terzi çıkıp geldi, bir Bavyera birahanesi işletmeye açıldı. Komşu kentlerin rekabeti gelişim sürecini hızlandırmaktaydı. Eksik hiçbir şey kalmadı sonunda, seçim konuşmalarından grevlere, sinemalardan ispritizma derneklerine kadar her şey vardı kentte. Fransız şarabı, Norveç’in ringa balığı, İtalyan sucuğu, İngiliz kumaşı, Rus havyarı satın alınabilmekteydi. Artık ikinci sınıf şarkıcılar, dansçılar ve müzisyenler çıktıkları turnelerde kente de uğramadan geçmiyorlardı.

Ve yavaş yavaş kültür denen şey geldi kente. İlkin yalnızca yerleşim bölgesi olan kent giderek bir vatan, bir yurt niteliği kazandı. Başka kentlerdekinden kolaylığı ve inceliğiyle ayrılan bir çeşit selamlaşma, bir yerde karşılaşıldı mı baş eğilerek selam verme âdeti kentte yerleşti. Kentin kuruluşunda emeği geçenlere saygı ve sevgi gösteriliyordu; bunların arasından küçük bir soylular grubu parlayıp öne çıktı derken. Zamanla genç bir kuşak yetişti; şimdiden kente çok eski, nerdeyse dünya kuruldu kurulalı var olan bir yurt gözüyle bakmaya başladı. Kentte ilk çekiç sesinin yankılandığı, ilk cinayetin işlendiği, ilk ibadetin yapıldığı, ilk gazetenin yayınlandığı günler uzaklarda, gerilerde kalmış, şimdiden tarih olmuştu.

Kent komşu kentleri egemenliği altın almış, geniş bir bölgenin başkenti konumuna yükselmişti. Bir zaman kül yığınlarının, çamur ve çirkeflerin yanı başında tahtadan ve oluklu tenekeden ilk barakaların bulunduğu geniş ve güleryüzlü yollarda şimdi ağırbaşlı ve vakur devlet daireleri, bankalar, tiyatrolar ve kiliseler yükseliyor, öğrenciler geze geze bu yollardan üniversiteye ve kitaplıklara gidiyor, ambulanslar kliniklere usulcacık hasta taşıyor, bir milletvekilinin arabası fark edilecek oldu mu selama duruluyor, taştan ve demirden yirmi kadar koca okul binasında her yıl ünlü kentin kuruluş günü şarkılar ve konuşmalarla kutlanıyordu. Bir zamanki bozkırı tarlalar, fabrikalar, köyler kaplamıştı. Dağlar yakma gelmiş, bir dağ treniyle uçurumların kalbine kadar inilmişti. Dağların orada ya da daha uzaklarda, deniz kenarında varlıklı kişilerin yazlıkları yer almaktaydı.

Derken kuruluşundan yüz yıl sora bir deprem kenti yerle bir etti.

Ama yeniden belini doğrulttu kent, ne kadar ahşap bina varsa kâgir yapıya dönüştürüldü; ne kadar küçük şey varsa büyük, ne kadar dar şey varsa geniş duruma sokuldu. İstasyon ülkenin en büyük istasyonu, borsa bütün kıtanın en büyük borsası oldu; mimarlar ve sanatçılar gençleşen kenti resmi binalarla, bahçeler ve parklarla, çeşmeler ve havuzlarla, heykeller ve anıtlarla donattılar. Bu yeni yüzyıl içinde kent, ülkenin en güzel, en zengin kenti aşamasına yükseldi, görülmeye değer bir kent ününe kavuştu. Ünlü kentin yapılarını, su yollarını, yönetim birimlerini ve diğer kuruluşlarını incelemek için yabancı kentlerden politikacılar, mimarlar, teknik adamlar ve belediye başkanları geldi. O günlerde belediye sarayının, dünyanın en büyük ve en görkemli bu binasının yapımına başlandı; kentin zenginleşip kentlilerin koltuklarının kabardığı bu dönem, mutlu bir rastlantı sonucu, genel beğenide, mimaride, ama hepsinden çok heykelcilikte gerçekleşen atılımla aynı zamana denk geldiği; dolayısıyla kaşla göz arasında büyüyen kent, pervasız ve alımlı, harika bir kent olup çıktı. Yapılarının kesinlikle tümünü açık gri soylu bir mermerin oluşturduğu iç kesimi şahane parklardan yeşil bir kuşak sarıp sarmalıyor, bu kuşak dışında yollar ve evler geniş bir alanda yavaş yavaş taşramsı bir açıklığa doğru uzanıp gidiyordu. Yüzlerce salonunda, avlusunda ve pavyonunda kuruluşundan son gelişim çizgisine kadar kent tarihinin sergilendiği koca bir müze pek çok ziyaretçi tarafından geziliyor, pek çok ziyaretçinin hayranlığına konu oluyordu. Müzenin alabildiğine geniş ön avlusunda bakımlı bitkileriyle, hayvanlarıyla ve başlangıçtaki sefil konutların, sokakların, kurum ve kuruluşların titiz modelleriyle bir zamanki bozkır canlandırılmaktaydı. Burada gençler gezip dolaşıyor, çadırlardan, tahta sundurmalardan ve engebeli şekilde döşenmiş ilk tren hattından başlayıp büyük kentlere özgü görkemli caddelere kadar uzanan kentin tarihçesini inceliyorlardı. Bu arada öğretmenleri tarafından bilgilendirilen gençler, öğretmenlerinin kılavuzluğunda gelişim ve ilerlemenin eşsiz yasalarıyla tanışıyor, kabadan incenin, hayvandan insanın, kıtlıktan bolluğun, doğadan uygarlığın nasıl doğup çıktığına akıl erdirmesini öğreniyorlardı.

Sonraki yüzyılda, kent, görkeminin doruğuna ulaştı, bolluk ve bereketle kendini açığa vurdu bu görkem, bir anda aldı yürüdü, sonunda altsınıfların kanlı bir devrimi söz konusu görkeme dur dedi. Ayak takımından insanlar, kentten birkaç mil ötedeki büyük petrol kuyularını ateşe vermekle işe başladı; sonuçta fabrikaları, çiftlikleri ve köyleriyle ülkenin büyük bir bölümü kısmen yandı, kısmen harabeye döndü. Kan gövdeyi götürdü kentte, dehşetin her türlüsü kol gezdi, ama kent yine de ayakta kaldı, ilerideki tatsız, sıkıcı yıllarda yavaş yavaş tekrar kendine geldi; ama önceki şenlikli yaşamına kavuşamadı bir türlü, eskisi gibi binalar kurup çatmanın üstesinden gelinemedi. Kent bu berbat dönemi yaşarken, denizin karşı tarafında uzak bir ülke ansızın parlayıp öne çıktı; söz konusu ülkede hububat, demir, gümüş ve diğer madenlerin bolluğundan geçilmiyordu, toprak bağrındaki hazineleri seve seve insanlara buyur ediyor, bereketi bir türlü sona ermiyordu. Yeni ülke eski dünyanın boş duran güçlerini, çaba ve isteklerini zorla kendinden yana çekip alıyor, akşamdan sabaha yerden mantar biter gibi kentler yükseliyor, ormanlar ortadan kaybolup çağlayanlar dizgine vuruluyordu.

Güzelim kent giderek yoksullaşmaya başlamıştı. Bundan böyle dünyanın kalbi ve beyni, pek çok ülkenin pazarı ve borsası olmaktan çıkmıştı. Kendini ayakta tutmakla, yeni çağların hayhuyu ortasında büsbütün sararıp solmaktan kendini esirgemekle yetinmesi gerekiyordu. Uzaktaki yeni dünyaya çekip gitmeyen boş iş gücü kalmışsa, bunlar için ortada kurup çatacakları ne bir bina vardı, ne ele geçirecekleri bir toprak parçası. Ticaretle uğraşıp para kazanmak için de fazla bir olanağın sözü edilemezdi. Bütün bunların yerinde, artık yaşlanmış tarım toprağında düşünsel bir yaşam filizlenmeye başlamıştı; sessizleşen kentte bilginler ve sanatçılar yetişiyor, ressamlar ve yazarlar türüyordu. Bir vakit körpe toprakta ilk evleri kurup çatanların soyundan gelenler, düşünsel zevk ve heveslerin bu çiçeklenme döneminde gülümseyerek günlerini geçiriyor, zamanla dağılıp ufalanmış heykeller ve yeşil sularıyla yosun kaplı eski parkların hüzünlü görkemini resme geçiriyor, yiğitlik taşan o eski dönemin uzaklarda kalmış hay huyunu ya da eski saraylarda yorgun insanların sessiz sedasız düşlere dalışını ezgilere dökerek narin dizelere taşıyorlardı.

Hermann Hesse / Masallar - Kent (1910)

Çeviren: İris Kantemir / Can Yayınları 




Bu haber 1625 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
YUKARI