erotik shop
Bugun...


Dünden Bugüne Kürtler ve PKK'nın çözümsüzlük politikaları
Siyaset felsefecisi-Yazar Veysel Yenigül ile Kürtlerin PKK'ya bakışını konuştuk. 'Bu coğrafyada Türkler ile Kürtlerin kaderinin ortak olduğunu ve İslami çerçevede oluşturulan yeni bir dil ile bu coğrafyaya yeniden huzur geleceğini söyledi.' İşte Düşünce Mektebine özel o röportaj...

facebook-paylas
Tarih: 16-10-2016 21:55
Dünden Bugüne Kürtler ve PKK'nın çözümsüzlük politikaları
+ -
DÜŞÜNCE MEKTEBİ / RÖPORTAJ
 
 
'İNKAR SORUNU AŞILDI'
 
Tarihsel arka plan içinde Kürtler'in bu coğrafya insanı ile ilişkisi hangi temeller üzerine oturtulmuştur?
 
Kürtler, Ortadoğu coğrafyasının en kadim halklarından biridir. Bu konuyla ilgili sayısız kaynak bugün biliniyor artık. 90’lı yıllarda bu konu genelde tartışmaların başat noktasıydı. O dönemde bir inkar politikası olduğu için, politik gündemi genelde ‘’Kürtler kimdir, nereden geldi, tarihleri var mı, devlet kurmuşlar mı, kurmamışlarsa o zaman nasıl varlıklarını sürdürdüler’’ türü sorular iştigal etmekteydi.  Bugün artık bu aşamada değiliz, inkar sorunu aşıldı ama varlıkları fiziki olarak kabul edilen Kürtlerin bundan sonra ne olacağı, kendilerini nasıl bir gelecek beklediği sorusu cevap aramaktadır. Bu bağlamda sorunun kendisi de her geçen gün çetrefil bir hal almaya doğru gidiyor. 
 
Kürtlerin bu coğrafya insanı ile bağını güçlü kılan temel motivasyonlar nelerdir?
 
Kürtlerin bu coğrafya insanı ile olan bağı İslam’ın etkisiyle vücuda gelen değerler ve formlar üzerinden şekillenmiştir. Seküler Türk ve Kürt milliyetçileri rahatsız eden hakikat budur. Meseleye milliyetçi paradigma ve sol ideoloji üzerinden yaklaşanların anlamakta güçlük çektiği husus budur.  Veya anlamak istemedikleri için geçiştirip ıskaladıkları gerçek… 
Halbuki bu kadar sancılı ve sıkıntılı geçen süreçlere, envai türden provokasyonlara rağmen bugüne kadar Kürtlerle herhangi bir müslüman halk arasında iç savaş gerçekleşmediyse durup düşünmek lazımdır. 
Neden peki?
Çünkü, iki halkı da sağduyulu ve metanetli kılan asırlardır bu coğrafyada İslam’ın kendilerine verdiği gönül dili ve ruhudur. Bu mucizevi bir şeydir. Dinden gelen bu ortak ruhu ve mayayı tahrip edip rafa kaldırdığınız anda işin rengi değişecektir. Bana kalırsa bugün o noktaya doğru bir gidişatın emareleri gözükmeye başladı, iki ana etnik kimlik üzerinden her geçen gün keskinleşen, karşılıklı birbirini besleyen bir süreç var. Bu ortak kadim gelenekten gelen ruha her geçen gün daha fazla darbe indirilmektedir maalesef…  Ak Parti, MHP, CHP, HDP bugün var yarın yok. Mesele bu değil, Asıl sıkıntı çözümsüzlüğü derinleşmeye başlamasıyla ipin ucunun tamamen dış güçlere kaptırılması tehlikesidir. 
 
Kürtler'in sizce ciddi bir temsiliyet sorunu var mı bugün?
 
Temsil derken ne anladığımız önemli…  Geçen 1 Kasım seçimlerinden sonra Habertürk’te bir tartışma programında denk gelmiştim.  Çözüm sürecinin bitişi, PKK’nın başlattığı Hendek terörü tartışılıyordu. Ak Parti’nin çiçeği burnunda bir bayan vekili de vardı. Kürtleri temsilen seçilecek yerden aday gösterildiği söyleniyordu. O programda sözcü gazetesi yazarı Ayşe Sucu, bütün kabahati PKK üzerinden Kürtlere yükledi. Çözüm sürecinin ne kadar yanlış olduğunu vurguluyordu yüzüne bakarak. Bu vekilimizden konuyu kontrol edici bir şekilde başka bir perspektife döküp anlatmayı beklerdim ama hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir şey diyemedi maalesef. Oysa yanlış olan Çözüm süreci değildi, o sürecin ruhuna uygun davranmayan PKK idi asıl sorun.  Kürtler, olabilir ki PKK bundan böyle silaha ve şiddete başvurmaz da her şey sivil siyaset yöntemiyle konuşularak hal olacak diye HDP’ye oy yüksek miktarda vermişti. Buradan şuna varılabilir: Her Kürt kökenlinin de Kürt meselesinin özü noktasında liyakat sahibi olmadığıdır.
 
O halde milletvekili seçimleri çok isabetli olamadı?
 
Demek oluyor ki, Kürtlerin duygu ve hislerine tercüman olabilecek, konuyu geniş bir perspektifle okuyabilecek ve çözümün taşıyıcı olabilecek adaylar gerekiyor. 2015 seçimlerinde Ak Parti, 7 Haziran’da Ağrı’dan 2. Sıra adayı bu profile uygundu ama o konjöktürde harcandı. Çünkü seçilmeyecek yerden gösterilmişti.  1 Kasım’da ise Van 3.sıra adayı vardı ama o da kıl payı seçilemedi. Hasılı kelam, mevcut meclis profili bakımından olaya yaklaştığımızda İktidar partisinde bu dönem ciddi temsil sıkıntısı var. 90’lı yıllarda rahmetli Erbakan hoca’nın Refah partisinden seçilenler profil olarak daha iyiydi, hatta Demirel’in DYP’sinde bile… HDP siyasetten kendini bloke ettiği için onu saymıyorum, yoksa orada bu konuda söz söyleme ehliyetine sahip birkaç isim var. 
 
 
Çözüm süreci tam olarak neden bitti, bölgesel faktörlerin rolü var mıdır?
 
Çözüm sürecinin bitişinde en büyük etken Suriye faktörüydü. PYD’nin orada direk PKK politiklarını uygulaması ve bunun Türkiye’de sürecin partneri konumundaki Hükümete ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşıt bir konuma taşınmasıydı. Burada iki taraf birbirini suçluyor kendi argümanlarına dayanarak, bu konuya girmenin gereği var mı bilmiyorum ama bir gerçeği görmek lazım geliyor. O da şu: PKK’nın ortadoğu’da yer aldığı eksen ile Türkiye’de talip olduğu statü arayışı çözümsüzlüğün ta kendisiydi. PKK’nın sürecin başından beri üzerine düşeni yapmadan İran, Rusya ve Esed saffında durarak, burada da Kürtleri kendisi için istedği bir statü ile yönetmeye talip olması çözümsüzlükte ısrarcı olduğunun somut kanıtı oluyordu.  
 
Madalyonun diğer yüzü ise PKK’nın ne olduğunu ortaya koymadan bu konuda söylenen sözlerin işlevsizliğidir. Nedense Kürt meselesi hep gündeme geldğinde direk PKK ile ilişkilendiriliyor, o akla getirilmeye çalışıyor. PKK’nın bu anlamda muhatap alınmasında öteden beri kamuoyunu yönlendiren bu algının da etkisi vardı. Paralel yapı (FETÖ) ne ise Türkler için, PKK da Kürtler için odur. PKK, piyasaya çok sinsi ve büyük bir projenin truva atı olarak sürülmüş, beslenip büyütülmüştür. 12 Eylül rejimi de inkarcı ve baskıcı yapısıyla buna çanak olmuştur adeta. 
 
7 Haziran'dan bu yana Kürtler ortaya nasıl bir irade koymuşlardır?
 
Kürtler 7 haziran’dan sonra PKK’nın yapmaya çalıştıklarını tasvip etmedi. Hem hendek terörünü tasvip etmedi ve oyunu bozdu, hem de o sürecin bir devamı olan 15 Temmuz darbesinde doğru pozisyon aldı. Çünkü, hendek savaşının asıl amacı darbe mekaniğini harekete geçirmekti. PKK bunu biliyordu ve sivil halkın kendisiyle birlikte saf tutacağını hesap ediyordu. Nitekim, Kandil’den yapılan bazı açıklamalar da bunu teyit edici mahiyette. PKK bir kumar oynadı ve kaybetti.  Buradan sivillerin arada ölmesiyle bölgede bir infial yaratılacaktı ve dış müdahaleye zemin hazırlanacaktı. Devlet bazı hatalara rağmen tuzağa düşmemeye çalıştı. Tuzağı bozan en başta Kürtlerdi. Oyun tutmayınca FETÖ üzerinden direk darbe yapmaya kalkıştılar. 
 
2.Darbe söylentilerinin altında yatan temel sebep nedir, Kürtlerin seçilmesi tesadüf müydü?
 
İkinci darbe söylentileri, asıl olanı görmeyelim diye ortaya atılıyor. Maalesef buna bazı İslamcı-muhafazakâr medya organları da alet oluyor. Oysa, FETÖ bundan önceki darbelerin oluşturduğu haksızlıklar ve bozuk zemin üzerinden kendine alan buldu. Hem Fetö hem de PKK bu anlamda Kemalizm’in birer komplikasyonu olur.  Kürt aşiretlerin hedef gösterilmesi ise tamamen klasik ulusalcı sol Kemalist aklın komplolarından örülü çarpık bir refleksidir. Olası bir darbe girişiminde faturayı bu sefer de kendilerinden uzak, hatta düşman gördükleri sosyal yapılara, cemaatlere ve aşiretlere kesme düşüncesi de var bunun arkasında… Ciddi bir tuzak var yani.
 
Asıl tehdidin halen nereden geleceğini kamufle etmek ve milletin bu hassas süreçte algılarına yön verme amacı var. Kürtler bu süreçte ihtiyatlı olmalı ve net duruş sergilemelidirler. Beğenmeyebilirler son zamanlarda belli merkezlerden yükseltilen milliyetçi dili ve politikaları, ama darbe tehditlerine karşı meşru hükümet ile seçilmiş Cumhurbaşkanının yanında durmak doğru ve makul olandır. 
 
Tarihsel bağlam Kürtlerin bu coğrafyadaki konumunu bize özetleyebilir misiniz?
 
Birinci dünya savaşı devam ederken 1916’da vuku bulan Sykes-Picot gizli anlaşmasının öngördüğü siyasal sistemin 100. yıl dönümündeyiz. Bu anlaşma, dönemin hakim güçleri eliyle Ortadoğu’daki kadim halkların ve inançların bünyesine aykırı bir biçimde çizilen sınırları ihtiva eder. Çizilen bu sınırlar son yüzyılda hepimizi gergin, sıkıntılı ve çatışmalı bir kadere mahkum etmiştir. Siyasal yönüyle mahkumu haline geldiğimiz bu sistem, beraberinde getirdiği kültürel ve ekonomik modernleşmenin dayanılmaz baskısıyla halkların değişim taleplerini zirve noktasına taşımıştır. Arap baharı diye nitelendirilen halk ayaklanmaları biriken sorunlarla günümüze kadar gelen sürecin doğal sonucuydu.
 
Ne var ki bu değişim süreci, Küresel ve Bölgesel aktörlerin yeni dönemde bölge üzerinde insiyatif alma girişimleri sonucu Suriye’de tıkanma noktasına geldi ve ülke acımasız bir iç savaşın pençesine takıldı. Irak ve Suriye’de devam eden siyasi krizler tüm bölgeyi vekalet savaşlarının yürütüldüğü bir arenaya dönüştürmüş durumdadır. Soğuk savaş döneminden sonra Ulus devletlerin dünya ölçeğinde bir değişim ve dönüşüm süreci yaşadığı malum. Denilebilir ki bugün küreselleşmenin etkisiyle dünya ölçeğinde ulus devlet paradigması hem niteliksel hem de formel olarak kabuk değiştirmektedir. Dünya tarihini siyasi yönüyle incelediğimiz vakit, halkların çoğu genel olarak uluslaşma sürecini 20.yy.ın başı ve ortalarında tamamladıkları görülmektedir. 19. yy’da başlayan ve 20.yy’ın ilk çeyreğinde dünya genelinde süren uluslaşma süreci, Ortadoğu coğrafyasının kadim bir halkı olan Kürtleri her açıdan trajik bir konum ve travmaya sürüklemiştir. (Bu durum sadece Kürtleri de değil, aslında uluslaşma sürecine yabancı diğer toplulukları da olumsuz etkilemiştir.)
 
Bu süreçte Kürtler, Ortadoğu’da ulus devlet olma çabası içine giren devletlerin envai türden baskısına maruz kalarak feodal kültürün etkin olduğu bir yapıdan uluslaşma bilinci ekseninde yeni bir merhale olan ‘toplumsallaşmaya’ doğru evrilirken, toplumun asli dinamiklerini törpüleyici bir biçimde cereyan eden sekülerleşmeyle paralel olarak bazı açılardan talihsiz sonuçlar yaşamışlardır. Bu baskıyla birlikte geleneksel değerlerinin muhtevasından kopuk ve tamamen soğuk savaşın ideolojik sol kültürüyle laikleşme şeklinde cereyan eden süreç; Kürt kimliğinin karakteristik yönünü ve tarihsel boyutunu kendi doğal mecrası içinde iç dinamiklerine dayalı olarak dönüşümünden ziyade radikal, dışsal bir dayatmayla değişimini kamçılamıştır. Bu süreç tabir yerindeyse Kürtlüğün yeniden tanımlanması ve oluşturulmasıyla eş-zamanlı olarak vuku bulurken, bir şekilde onun doğal zemininin de tahribine yol açmıştır. Denilebilir ki 70 ve 80’li yıllarda Kürt coğrafyasındaki siyasi aktörlerin ve aydınların zorunlu olarak‘ulusal’ Marksist-sol düşünce dünyasının kavramlarıyla kendi sorunlarına eğilmesinin doğurduğu sonuçlardı bunlar.
 
PKK ve türevlerini ortaya çıkartan temel paradigmalar nelerdir, nereden beslenmektedir bu örgüt? 
 
PKK'yı yaratan Eski Türkiye'nin ideolojik, ırkçı kemalist dokusudur. Eski Türkiye'nin inkarcı politik kültüründen hareketle 12 Eylül generalleri gözetiminde ve derin devlet desteğiyle Türkiye'de legal faaliyet yürüten dönemin bütün Kürt yapıları PKK eliyle ortadan kaldırılmıştır. Amaç, Kürt meselesinin demokratik çözümünün imkanlarını ortadan kaldırmak ve sorunu hem içeride hem dışarıda kriminalize ederek terör sorununa indirgemek idi. Nitekim bunu uzun yıllar başarıyla uyguladılar. Kürt demenin suç sayıldığı o ağır OHAL rejimi koşullarında sürekli büyüyen PKK, bugünkü varlığı ve duruşuyla adeta kendisini yaratan o eski Türkiye’yi özlemekte ve ona hizmet etmektedir.
 
Tabiatıyla, Türkiye'de yeni anayasa ve sistem değişikliğini istemeyen yapıların başında PKK de gelmektedir. Çünkü kendisinin varlık şartı o eski Türkiye yapısı ve ideolojik politik kültürdür. O biterse PKK de biter, onu var eden aktörler ve ırkçı milliyetçi Türk parti ve oluşumlar da biter.
 
Bu yüzden yeni bir süreçte eskisi gibi PKK’nın muhatap alınacağı kanısında değilim. Doğrusu olacak mı, olacaksa nasıl bir süreç oluşabilir noktasında da belirgin bir şey yoktur. Ama dış gelişmeler, Musul operasyonu ve Suriye savaşıyla PYD koridorunun nasıl şekilleneceğine bağlı gözüküyor biraz da… Bu hususta Mesut Barzani’nin pozisyonu doğrudur. Tarihi olarak da belli bir dinamiğe ve referansa dayanıyor.
 
Bu coğrafyada Türkler ile Kürtlerin kaderi mucizevi bir biçimde benzerlik arz eder. Bu ise kadim değerlerden beslenen ortak mirastır. Şunun altını bir kez daha çizmekte fayda vardır: Çözüm olacaksa bu ancak kadim birliktelikten gelen yeni bir dilin üretilmesi ve o hırpalanan ruhun inkişafı ile mümkündür. Sekülerleşme temelli bir çözüm formülü açık bir dayatmadır bu coğrafya için. İslam’ı aradan çekersek, ne Kürdün esamesi okunacaktır yirmi yıl sonra ne de Türklüğün bugünkü hali… Son olarak şunu demek istiyorum. PKK, Kürtlerin İslamsızlaşması projesi iken, FETÖ da Türklüğün ve Kürtlüğün dinen Protestanlaşması projesidir. Bunu da başka bir zaman nasip olursa detaylı açarız.
Teşekkür ederim. 
 
Biz de teşekkür ederiz bu keyifli söyleşi için.



Bu haber 3602 defa okunmuştur.

YORUMLAR

Salih Karabey
25-01-2017 01:56:00

Çok doğru bakış açısı. Bu konunun çözümünde en mantıklı gerçekçi düşüncenin dile getirdiğiniz bu düşünceler olduğuna inanıyorum.

YORUM YAZ



İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER HABERLER
ÇOK OKUNAN HABERLER
YUKARI