Tweet | Tarih: 12-09-2015 16:54 |
Son zamanlarda yaşananlar Kürdlerin sahip olduğu beşeri ve hukuki statüyü kâmilen yansıtıyor. Suriye’den Avrupa’ya kaçarken boğulup cesedi sahile vuran (ve vahşi Batı’ya karşı dört dörtlük bir mazlum Müslüman imajı verecekken Kurdi’liği ile ağız tadımızı bozan Alan Kurdi isimli mülteci) çocuk veya gömülmesine izin verilmediği için ölmüş çocuğunun cesedini buzdolabında tutan anne… PKK’ye tepki göstermek için dövülen ve büyük bir insani meziyetmiş gibi merhamet edilmenin nesnesi olarak duyarlılığa konu edilmek istenen Kürd mevsimlik işçiler… çalıştığı inşaatın sislerinin üstüne kanı akan Kürd inşaat işçisi… Kürd illerinden gelip oraya dönerken taşlanan şehirlerarası otobüsler ve içlerindeki çoluk çocuk yolcular… HDP isimli milletvekili sayısı itibariyle Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin genel merkez ve şubelerine yapılan saldırılar, ateşe vermeler… Ve en önemli olanı: Güney Kürdistan’ın milli kıyafetini giydiği için Facebook’tan izi sürülüp ağzı burnu dağıtıldıktan sonra bayrağa sarılan ve Mustafa Kemal büstü öpmeye zorlanarak insanlık onuru yaralanan sera işçisi.
Bunları Kürdlere zulmediliyor, ay ne çok acı var, çok ayıp yahut kardeşliğe, insanlığa sığar mı diye sormak için yazmadım. Bu sorular doğru bile olsa asıl mevzuu ıskalayan sorulardır. O yüzden o tür şeylere tenezzül etmeyen bir bakışa ihtiyaç var. Bu olayların sembolik değeri, savaşlarda ölenlerin ölümlerinden daha büyüktür.
Neden?
Aslında şimdi bu ufak tefek ihlallere dikkat çekerken çok daha önemli olan asker ve polislerin ‘şehit’ edilmelerinden söz etmemeyi yanlış bulanlar olacaktır. Ama değil. Bir siyasetçinin dediği gibi askerlik yan gelip yatma yeri değildir. Askerin vazifesi talim ve harptir. Askerin ölmesi görevinin gereğidir. Acıdır. Ancak savaş şartlarında olağandır. Bu yüzden karşılıklı birbirine savaş ilan etmiş devlet, örgüt ve benzeri oluşumların savaş kuralları çerçevesinde savaşmaları sonucu ölen insanlar acı kayıplardır. Ancak bunun medyada veya resmî görevlilerin bizden talep ettiği şehit acısı edebiyatıyla özdeşleştirilmesine hiç gerek yoktur. Zaten acıyı çeken ailelerdir. Asker ve PKK’li ölümleri bu yüzden üzücü ancak olağan durumlardır. Asker veya PKK’li birine yapılan işkence ise olağanüstü bir durumdur. Savaşanların birbirlerini öldürmeleri legal ve olağan bir durumdur. Sivillere dokunmaları, savaş kurallarını ihlal etmeleri ise olağanüstü bir durumdur. Sivil şahıs ve memurlara dokunduğunda PKK teröristtir. Sivile dokunan PKK de teröristtir, onu bahane edip sivile saldıran da.
Şu hâlde ölümler bize belki lüzumsuz ve pek çok açıdan adi bir savaşı haber veriyor. Fakat bu yukarıda bahsi geçen olaylar Kürdlerin statüsünü, statü olarak yokluğunu yansıtan olaylardır. Kürdlerin irade olarak tanınmaması sözkonusudur. Kürd Türkiye’de, kendi vatanında hâlâ bir mülteci olarak tutulmaktadır. Ölümü bu yüzden bir cinayet değil bir telef olmadır.
Kürdlerin geleceği Türklerle birarada yaşamaktır. Bunu herkes biliyor. Yeterince kimsenin bilmediği ve bilmek istemediği ise bunun ancak Kürdlerin bağımsız olma hakkının tanınmasıyla mümkün olabileceğidir. Yani Kürdlerin eşitliği için egemenliklerinin tanınması, birarada kalmaları için de isterlerse bağımsız olma hakkına sahip olduklarının teslim edilmesi gerekiyor.
Bugünlerde sıkça duyuyoruz: Ey Kürdler, ne istiyorsunuz, neyiniz eksik? Bu zahiren samimane soru esasen gerçeğin en çıplak fotoğrafıdır. Kürd’ün neyi eksik sahiden? Kürd’ün bu soruyu sorma konumunda olmaması, olamamasıdır eksik olan. Bu soruya verilecek herhangi bir cevap kölelik talebine olumlu bir cevaptır. Bu sorudaki masumiyet sadece ve sadece uzun süre kabuk bağlamış bir tahakkümün artık kendi farkına varamayacak kadar doğallaşmış olmasıdır. Tahakküm edenin, içinde bulunduğu imtiyaz ve kibrin kendisinin olağan bir hakkı olarak görmeye başlaması bu tahakkümü ortadan kaldırmıyor.
Kürdler eşit vatandaş (yani devletin sahibi) olmadığı için devletin sahibi olanlardan suçun şahsiliği ilkesinin gerektirdiği bir titizlik yerine “teröristler” genellemesiyle muamele görüyorlar. Suç işlemek için örgütlenmiş kalabalıklardan Kürdlere merhamet etmelerini isteyen söylemler aslında suça teşviktir. Kürdler devletin sahibi olmadıkça insan olarak eşit görülmeyecek ve teba muamelesine tabi tutulmaya devam edecektir. Barış sürecini bile iradesi hür siyasi muhataplarla değil, hapisteki askerî muhatapla yürütmek istemenin sebebi budur.
Kürdler Kürd olarak eşit görülmedikleri için Müslümanlık şemsiyesi altında insan olmaya davet ediliyorlar. Hayır diyenler insan görülmüyor.
Hâlbuki uyanmış bir milleti ilânihaye esarette tutmak mümkün değil. Hükmetme kibrinden vazgeçip adalet yoluyla musalaha yolunu seçmek zorundasınız. Savaşı kaybettiniz.
Mücahit Bilici / Sosyolog- Yazar
Hakkında:
Doç. Dr. Mücahit Bilici New York Şehir Üniversitesi (City University of New York -CUNY) bünyesindeki John Jay College’da Sosyoloji bölümü öğretim üyesidir. Diyarbekir, Silvan’da doğdu. Silvan Lisesi’ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde okudu. Bir süre Bilgi Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştıktan sonra ABD’ye doktora yapmak üzere gitti. University of Michigan, Ann Arbor’da sosyoloji doktorasını tamamladı. İlgi alanları sosyal teori, İslami düşünce ve felsefe, çalışma alanları ise Amerika’da İslam, Said Nursi, Türkiye toplumu ve Kürd kimlik ve düşüncesidir. Finding Mecca in America: How Islam Is Becoming an American Religion (University of Chicago Press, 2012) isimli kitabı, İslam’ın Amerikan coğrafyasını vatan edinme sürecini inceliyor. Kürd sorunu, İslamcılık ve Said Nursi üzerine çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış makaleleri bulunan Bilici, 2013 yazından beri Taraf gazetesinde düzenli köşe yazıları yazıyor.
Henüz Yorum Eklenmemiştir.Bu Haber'e ilk yorum yapan siz olun.